Bağzı Muğlaklıklara Cevaplar – M. Börklüce Efe

2396

Herkesin gördüğü üzere, belli başlı yayın organlarında bir takım siyasi kampanyalar başlatılmış durumda. Yazılar yazılıyor, video haberler çekiliyor, hepsinde örtülü göndermeler yapılıyor. Mevcut hal analizleri ile kamufle edilmeye çalışılan bu durum belli bir koku salmakta. Bu kokuyu almamak için ahmak olmak gerekir. Madem böylesi bir koku var ortada, bunu tartışmak boynumuzun borcudur.

Boyun borcumuzdur çünkü mevcut hali tarifleyen hiç bir sorun gökten zembille inmemiştir. Sebepleri ve sonuçları ile hepimiz yaşanan süreçlerin birer parçasıyız. Hatta öyle ki, kendimizi yaşanan süreçlerden uzakta koyma, dışına atma bile bu sorunların parçası olmamızın sebeplerinden. Sorunları bir elzemiyet ile değerlendirmeye başlamazsak, deneyimler üzerine diyebiliriz ki; Bir gün elbet karşımıza dikilecekler… Analiz ve ona uygun bir duruş örgütlemeli, amaç-ilke-pratik diyalektiğinde bu tartışmaları yürütmeliyiz…

Hedeflenen amaç ilkeleri, ilkeler de örgütlenmesi gereken pratik hattı belirler. Bu hat üzerinde bizi yürüten aracı, doğru-derinlemesine yapılandırmadığımız taktirde karşımıza sorunlar silsilesinin çıkacağı aşikardır. Ancak sorunlar ve onların çözümleri bağlamında aracın kendisini kurumsallaştırmak, kara kutular haline getirmek ve örtülü faaliyetler teşkil etmek, çözüme ket vuran bir yerde duruyor. Bu yüzden amaç-araç diyalektiği tekrardan ve tekrardan güncelleştirilmeli. Açıkca görülmekte ki amaçlardan çok kurumsallaşan araçlar, amacın kendisine gölge düşürmekte…

Komünarlar’ın, üç yıl öncesine bir flashback yapıldığında göreceğimiz şey çok açık; Statükocu solun mevcut halinden kopuş, verili hali bozuma uğratma… Bu amaç ekseninde yürüdüğümüz yolda bir çok tartışma yürütüldü. Çapı, muhtevasından önemsiz onlarca eylem yapıldı. On altı yoldaş, hiç ikirciksiz, dört bir yanda kurulan cephelerde ölümsüzleşirken, bir çok yoldaş yaralandı, devlete esir düştü. Tüm bunlar kuşkusuz iradi bir duruşun kendisi. İleriye doğru yol aldığımız hiç bir hareketlilik boşa değil.

Ancak komünarlar, çıktıkları bu yolda bir bütün gereklilikleri maalesef yerine getiremedi. Ki zaten getirmiş olsaydı bugün bu tartışmayı yapma ihtiyacı duymazdık. Kopuş ekseninde gelişen yapısal yetersizliği masaya yatırmak gerekiyor. Çok fazla derinleştirmeyecek olsada belli başlı bazı ders notlarını bir başlangıç olarak ortaya koymak zorundayız…

I.

Bizlerin çıkış dinamikleri herkes açısından biliniyor. En azından TDH içinde bir bilinmezlik söz konusu değil. Ama biz lafı-sözü çok uzatmadan hızlı girdi-çıktılar ile kendi var olma ve kuruluş sürecimizden biraz bahsetsek faydalı olacaktır. Komünarlar, Haziran ve Kobane Ayaklanmaları ertesinde bir ihtiyaca binaen kendileri var ettiler. Neydi bu ihtiyaç? Egemenler, o ya da bu şekilde bir yönetememe krizi ile karşı karşıyaydı. Bu yönetememe krizi; Mevcut egemen otoritenin kendiliğinden (KÖH’ün mücadele pratiği yadsınmaksızın…) bozumuna, memleket kıyılarına vuran bir tsunamiye yol açmıştı. Bu dalgalar Haziran sürecini yaratmaktan geri durmadılar. Haziran bir dalga ile geldi ve kıyılara vurdu. Çok fazla getirdi, getirdiği kadar da götürdü…

Öncesi yadsınmaksızın, ilk işaret fişekleri tam bu anlarda ateşlendi. Ayaklanma’da gösterilen refleksler ve momentler Komünarlar’ın kuruluş dinamikleri oldular. O yüzden anlaşılmalı ki, DKP, durgun suların değil, fırtınalı havaların bir gemisi olarak inşaa edildi. Bu yüzden ki DKP’nin yelkenlerin de indirme halatı yoktur. Parola daima; Yelkenler Fora! olmuştur. Sonradan eklemek; Sağlam kaftana yama biçmeye benzer. Fırtına yokken mürettabatın huzursuzlanmasını da buradan okuyabiliriz…

Sonrasında gerçekleşen süreçte ise edinilen deneyimler ve birikimler ile birlikte Komünarlar karşılamaları gereken ihtiyacın farkına vardılar; mevcut kurulu sol tahakkümlerden çıkmak gerekiyordu, verili hal bozuma uğratılmalıydı…

Ancak bu verili hal ve tahakkümler salt bir örgütlenmenin kendi içinden doğru okunulmamalı. Çünkü Haziran, sadece bir kaç örgütlenmenin değil, tüm devrimci hareketin ne anlamda yetersiz olduğunu ayyuka çıkarmıştı. Silahlısı-silahsızı, sağcısı-solcusu; tüm devrimci hareket…

Yol belliydi, yordam belliydi. Bir kopuşa ihtiyaç vardı; teorik-ideolojik-politik-örgütsel vb. her anlamda siyasal bir kopuş. İkirciksiz bu kopuşa girişildi. Dedik ya; tüm devrimci hareketin yetersizliği; işte bu yüzden DKP, kendisini bu ihtiyaç ve iddia temelinde masaya yatıran ayrıların, yan yana gelmesi ile oluştu. Sonrasın da gerçekleşen birlik süreçleri de tam olarak böyle gerçekleşti. Yani mevzu aynıların yan yana gelmesi değildi. Mevzu, ayrıları aynı yere getirmek ve geliştirilecek olan durumu yapısallaştırmak üzerine kuruluydu. Bir nebze olsun başarıldı. Bahsettiğimiz gibi sonrasında gelişen birlikler ile daha da güçlendi.

DKP siyasal-örgütsel vb. dört temel eksen üzerinde kuruldu diyebiliriz: (1): Komün Gücü (2): Birlik (3): Özgürlük Gücü (4): Asabiye (Örgüt Gücü/Ruhu)…

Bu eksenler temelin de gerçekleşen yöntemler, stratejik ve taktik yönelimler, geliştirilebilecek/dönüştürülebilecek şeyler. Ama eksenler ile oynamak intiharidir. Belirtmekte yarar var; ilk üç eksen dördüncüyü var eden eksenlerdir. Dördüncü de bu ilk üçünün maddi olarak var olmasını sağlar. Ayrıca birini yadsımak diğerkilerinde belli başlı yapısal bozukluklara yol açar. Yani birbirilerine diyalektik olarak bağlıdırlar. Kopamazlar. Birbirlerini önceler, birbirlerini koşullarlar.

İşte başta bahsettiğimiz bozuklukta bu minvalde gerçekleşti. O ya da bu şekilde bir yadsınma söz konusu oldu. Bu eksenleri, bir pusula belirlemek amacı ile daha derinleştireceğiz. Bir kopuş rotası belirlenecek yani. Ama bu yazı belli muğlaklıklara cevap vermek için yazıldı. Bu minvalde kalması şu an için yeterlidir diye düşünüyorum…

Devam edelim… Çok fazla yanlışlar ve hatalar yapıldı. Açmaya çok lüzum yok. Zaten o sosyal medya tartışmaların da yeteri kadar açılıyor, açıyoruz. Ancak temel olarak bahsetmek gerekirse; birincisi, yukarıda bahsettiğimiz gibi kopuş eksenlerinin yadsınmasıdır. İkincisi ise herkesin bildiği önderlik yetmezliği ve yadsınmaların ertesin de toplamda yaşanan bir dağılma-tasfiye süreci…

Tasfiye sürecini, kaba uygun bir şekillenmenin olmaması ile daha da somutlayabiliriz. Başta bahsettiğimiz gemiye uygun mürettabatlar yetiştirilmedi. Dahası, uygun olmayanlar çarpık biçimde gemi de tutuldular. Ruhu bozan, iddia yitimine yol açanlardan birisi bu.

Bahsettiğimiz önderlik yitiminin ardından da, bu mürettabatın huzursuzluk yaratması gemi içi bir ayaklanmaya kadar vardı. Ayaklanma sonucunda, kendini denize atan mı dersin yoksa dibi delik bir taka ile dalgalı sulara açılmak isteyen mi dersin, envai çeşit çıkışlar yaşandı… Mürettebat gemiyi terk etti!

Sıla’nın Bitse de Gitsek1 parçasında dediği gibi; “İş bu sözleşmenin, ta imzalandığı tarihte, ve’ler-veya’lar yoktu, tüh’ler-ama’lar yoktu, alan memnundu-satan memnundu” Durum görüngü de gerçekten böyleydi… Perde arkasında, sürece zorlanma-ittirilme tartışmaları yürütülebilir. Biz ciddiye almıyoruz. Yapmak istemeyen yapmayabilirdi. Ki öyle gelişmeler de mevcuttur…

Parçanın ikinci bölümü; “İş bu yüzleşmenin, ta bezdirdiği tarihte, ve’ler-veya’lar çoktu, tüh’ler-ama’lar çoktu, laflar havada uçuşuyordu! Niyeyse bir an’da dağıldı mevcut!” diye devam ediyor. Diğer bölümleri ve nakaratın da ki kısımlar bizi ilgilendirmez. O kısımla alakadar olanlar, ya açık denizlere kendilerini atıp boğuldular ya da Yunan Adaları’na demir attılar… Ancak parçanın ikinci kısmında bahsedilen muhteva, içeride, yılı aşkın bir sürüncemede devam etti.

Sürüncemenin son bulma halini herkes biliyor. Komünarlar, DKP/BÖG ve DKP (Birlik) olarak iki ayrı yapı halindeler şu an. DKP (Birlik) adına yapılan açıklamada daha somut şeyler ortaya konuldu. Açıklamanın içerisinden pasajlar aktarmakla uğraşmayacağız. Ama açıklama yukarıda bahsettiğimiz üzere, dibi delik takalardan medet umanlara karşı yazılmış bir açıklamadır. Bu yazının cevap vermeye çalıştığı muğlaklık ise o takaların kürekçilerinin, başta bahsettiğimiz malum yayın organlarında yazdığı ve yayınladığı metinler-makalelerdeki çarpıklıklarla ilgilidir.

Şimdi DKP/BÖG kılıfı altında servis edilen bu dibi delik takayı değerlendirmek gerekir. Değerlendirelim ki neden gemi değil de taka, neden dibi delik anlaşılabilsin… Muğlaklıklarda cevap bulsun.

II.

Bu değerlendirmeleri yaparken çok derine inmeye gerek yok. Zaten elimizde derinlemesine değerlendirme yapabileceğimiz hiç bir üretimde söz konusu değil. “Komungucu1.com” adlı internet sitesinde yayınlanan, belli başlı imzalara sahip yazılardan alıntılar ve o alıntıların değerlendirilmesi ile ilerleyeceğiz.

Başlayalım;

DKP Eğitim Komitesi” imzasıyla yayınlanan “Devrimci Parti, Devrimci Kadro” başlıklı yazıyı ele alalım öncelikle. Alıntılara girmeden belirtmek gerekir. Yazı da Amerika tekrardan keşfedilmiş… Güncel yaşanan bağzı bir kaç olaya dair yapılan demogojik ve spekülatif değinmeler dışında ekstra bir şey göremiyoruz.

Yazının giriş kısmında ki ezberden sıkma bir kaç paragraf sonrasında zat; reel sosyalizmin yıkılışı sonrası yapılan, Leninist örgüt tartışmalarını değerlendirmeye almaya çalışıyor. Zaten yazı okunup bitirilmeye tahammül edilebilir ise görüleceği gibi çok yerde bu konuya girmiş çıkmış. Aynı cümleleri aynı şekilde, bir paragraf içinde dört-beş defa tekrarladığına bile denk gelinebiliyor. Sanki bu görüşünü, sürekli tekrarlayarak, bir algı operasyonu-beyin yıkaması ile bizlere empoze etmeye çalışıyor. Ya da bu konu hakkında fazla bir fikri mevcut değil. Kuyruk acısından mütevellit kıvranıp durmuş…

Yazı da deniliyor ki; “(…) Leninist parti anlayışını aşan bütünlüklü bir parti anlayışı üretmenin koşulları sınıflar mücadelesinin günümüz verileri ekseninde mümkün değildir.”

Nedir o günümüz verileri? Böyle bir verinin tespitini gerçekten yaptınız mı? Yoksa laf olsun torba dolsunculuğa hala devam mı ediyorsunuz?

Sonrasında devam ediyor zat; “(..) leninist örgüt teorisine dair bir dizi muhasebeyi yapmayı hayat içerisinde bizlere dayatmıştır.”.

Buradan çıkan sonuç şu oluyor; hem bir dizi muhasebe yapılmak zorunda hem de günümüz verilerince bunun mümkünatı yok… O halde yazıdaki ucuz örgüt anlatısı ile bir yere varılamayacağı açık. Çünkü herhangi bir muhasebe yapıldığına biz denk gelmedik. Ya muhasebeyi yapacaksın, ya da bu işi bırakmak en hayırlısı diye düşünüyorum.

Şimdiden gelen itirazları duyuyoruz. Ama maalesef bu muhasebe, salt “reel sosyalizm deneyimi içerisinde gelişen pratik hatalar” ile yapılabilecek bir muhasebe değil… Leninist örgütteki mevcut kurulu yapısal biçim, günümüz toplumlarının şekillenmesini ve Türkiye koşullarını karşılayabilecek durumda mıdır? Bürokratizme ve kurumsallaşmaya yol açan şey bu mevcut yapı değil de, o mevcut yapıyı kullanan kişilerle alakalı bir problem olarak mı ele alınmaktadır? Eğer bir muhasebe yapılacak ise bu vb. sorular cevaplanmalı…

Ayrıca yazıda, yer yer dile getirilen, burası ile bağlantılı olarak gördüğümüz “anti-marksist, anti-leninist” söylemleri mevcut. Bu söylemler neye dayanmakta? Leninizm sadece kurulu herhangi bir örgüt aksiyomu etrafında gelişen bir şey olarak mı ele alınıyor?

Soruları sorduğumuza göre tersine cevapları vermeye başlayabiliriz;

Kesintisizlik, UKKTH, Emperyalizm, siyasal ajitasyon-propaganda vd. gibi olan tüm anlayışlar en az örgüt aksiyomu kadar Leninizmi belirleyen şeylerdir. Yani Leninizm sadece “demokratik merkeziyetçilik, ters piramit, prof. Devrimcilik.” anlayışları ile sınırlı bir şey olarak ele alınamaz. Ya da bunlardan herhangi birisinin, hatta genel Leninist anlayış yadsınmaksızın, bütününe karşı yapılacak bir kopuş atağı, Leninizm’den sapma olarak gelişmez. Öyle olsaydı toplumsal mücadeleler birikimine, ordulu parti anlayışını kazandıran Mao Leninist olamazdı. Ya da silahlı propagandayı esas alan Latin Amerika gerilla hareketleri…

Bunların her birinin ötesinde Leninizmi belirleyen şey kopuş atikliğidir. Leninizm, her daim kendi kabuğundan sıyrılma çabasını, kozayı delip kelebek olma çabasını güder. Narodnikler’den ve II.Enternasyonal partilerinden, siyasal olarak her anlamda gelişen Bolşevik kopuş atağı bunun göstergesidir. Zaten Leninizm böylesi bir köstebeklik yetisi ile Leninizm olabilmiştir. Toprağı delmiş, yer altından gitmiş ve yeni mecralardan çıkış yapmıştır. Tüm bunlardan mütevellit, Leninizmi güncelleme iddiası, ondan vazgeçme ve sapma olarak tariflenemez. Tam tersine bu iddia, Leninist olmanın bir göstergesidir…

Şimdi yukarıda bahsettiğimiz günümüz verilerinin ve Leninist örgütün muhasebesine geçelim;

Günümüz toplumlarında yaşanan ayaklanmalara ve kent mücadelelerine baktığımızda anlamak mümkün. Bizim özelimizde, Haziran Ayaklanması’nda daha görünür hale gelmiş durumda. Ayaklanma’nın muhtevasını belirleyen şey, sloganlardan ve eylem biçimlerinden anlaşılacağı üzere özgürlükçülükdü. Bu durum, mevcutta hazır bir kavga dinamiği olmadığı için başlarda apolitik bir gelişim gösterdi. Daha sonra ayaklanma içerisinde iradi müdahaleler ve kendiliğinden gelişimler ile bu daha da politik bir kimlik kazandı. Ancak dikkat çekilmesi gereken yer; bu politiklik, gruplar/topluluklar temelinde gerçekleşmedi. Özneyi, merkezine alan bir gelişim söz konusuydu. Gelişim böyle olunca kavga da böyle oldu. Buradan görülmeli ki; yeni çağın insanı, özne merkezli bir özgürlükçülük ekseninde kavga ediyordu. Daha sonraların da kavga, bu öznelerin yan yana gelişleri ile komüncül bir şekillenme aldı.

Bu bizim memleket özelinde gelişen, küresel çapta minamilize sayılacak bir olgu. Küresel çapta incelendiğinde bu daha da net anlaşılacaktır. İleride bu konuyu daha somut veriler ve olay/olgular ile açacağız. Bir özet geçelim istedik. Özet geçelim ki, toplumsal kavga dinamikleri ve biçimleri anlaşılabilsin.

Ezcümle; Mücadelenin merkezinde kendilerini konumlandıran öznelerin, özgürlükçülük ekseninde ki yan yana gelişler ile komüncül biçimlenmenin kavgasını vermesi…

Şimdi asıl olana bağlayalım; Leninist örgüt, toplumsal kavga dinamiklerinin ve biçimlerinin daha ileri siyasal bir yansıması ise yeni çağa yaptığımız tespitte nasıl bir şekil almalıdır?

Mevcut kurulu Leninist örgüt aksiyomunda, öznenin özne olması durumu değil, topluluklar içerisinde ki öznelerin, toplulukları temsil etmesi esastır. Çünkü o dönem ki mevcut koşullar, toplu ekonomik mücadelelerin siyasallaştırılması üzerine gelişmekteydi. Öznelerin kendisi değil öznelerin topluluk olması belirgindi. Yani özne merkezli değil de tam tersine bir kavga dinamiği söz konusuydu. Üstelik kitleler de bu denli gelişmiş bir özgürlükçülük yönelimi mevcut değildi. Tam tersine bir durum, daha hakimdi. Burada bakılması gereken, üretim ilişkileri ve biçimleridir. Üretim ilişkilerinin ve biçimlerinin değişimi (Taylorist’den Fordist’e, oradan ağsal üretime geçiş. Lenin ilk iki biçimi tespit etmiştir…) bu konuyu belirleyen esas faktördür.

Onun yanı sıra egemen iktidar gücünün otoritesinde ki verili sarsıntılar henüz o kadar belirgin yaşanmıyordu. Bundan kaynaklı “demokratik merkeziyetçilik” anlayışının “azınlık-çoğunluk” “ters piramit” ilkelerinde ki grupların merkezi hakimiyeti, dönemin koşullarının ileri siyasal bir yansıması olarak vücut bulmuştu.

Burada yapmak istediğimiz Leninizmi aştık yada güncelledik beyanı değil. Dahada geriden, aşılabilir/güncellenebilir tespiti. Onun da biraz ilerisinden, aşılmalı ve güncellenmeli tespiti… O yüzden çok hızlı giriyor, çok hızlı çıkıyoruz. Daha derinlemesine giriş-çıkışlar için kopuş atağımızın çok yönlü olgunluklara ulaşmasını sağlamalıyız. Bunun gerekliliğide bir kuruculuk niteliğinin kazanılması ile sağlanabilir. Kuruculuk, hiç kuşkusuz kurulu olana tabii olmak değildir. Önce dahil olmak sonra onu bozuma uğratmaktır. Burada ilkin özne olmaya, sonrada bir proje sahibi-öncü olmaya ihtiyaç vardır. Komünarlar’ın kopuş atağı bu ve benzeri dinamikler üzerinden gelişmiştir ve gelişmektedir.

Dinamiği yakalayamayanlar “eğitim” kisvesi altında ki bu yazıyı kaleme almışlar… Bize ait bu kopuş atağı ile nasıl çeliştiklerine nasıl hiç bir zaman Komünar olamadıklarına derinlemesine baksak iyidir;

Çok uzatmadan yüzümüzü kendi kopuş atağımıza çevirelim. Mehmet yoldaş’ın yazınlarının pek çoğunda geçen, bugün bizler için bir slogana dönüşen “Hiç bir yerdeyken, her yerde…” olma durumu açık biz özne tespitidir. Belirtmeden anlaşılacağı üzere her ezilen özne, nicelik üzerinden değerlendirildiğinde “hiç bir yerdedir…”. O kadar çokturlar ki, onları görmek, bir karınca sürüsü içerisinde ki tekil bir karıncayı aramaya benzer. Eğer burada “tekil karıncanın” kendisinden değil de “sürüden” bahsediliyor olsaydı, “hiç bir yerde…” olmak gibi bir görünmezlik niteliği kazandırılamazdı. “Her yerde…” olma ise yine bir ölçüde fiziki anlamlar barındırsada asıl olarak bir ruha işaret etmekte. O ruh, özgürlük gücünün ruhu olarak yorumlanmalıdır.

Yine aynı şekilde; “Özgürlük Güçlerinin yaşam yolu insanın kendi gerçekliğiyle buluşarak kaderinin kontrolünü eline almasıdır.” yaklaşımı açık özne belirtmesidir. Aynı röportajın devamın da, “Faşizme karşı savaşan, ayağa kalkan herkes doğal olarak Özgürlük Gücüdür. (…) Bu doğrultuda ortaya çıkan özgür irade kendiliğinden Özgürlük Gücüdür ve yenilmez bir güç oluşturur.”. Bu durum, “Hiç bir yerdeyken, her yerde…” olma durumunun harekete geçme halidir. Özgürlük Güçleri, merkezine öznenin kendisini almayı ön görür. Yine yazınlarda görüleceği üzere “Özgürlük Güçlerinin, Komün Güçlerini inşaa etmesi…” belirtmesi, komüncül bir gelişimin, özgürlük gücü öznelerinin yan yana gelmeleri ve bir kavga dinamiği geliştirmeleri ile mümkün olacağını görmektedir…

Buraya kadar ki anlattıklarımızı masaya yatırıp karşılaştırdığımız da anlayacağımız şey nedir?

Mevcut kurulu Leninist örgüt yapısı, zaten bundan üç sene önce, Komünar kopuş atağı tarafından aşılması hedeflenmiştir. Yerine yeni toplumsal dinamikleri önceleyen ve gözeten bir örgütlenme tasarısı geliştirilmiştir. Bunu geliştiren devrimci önder Bayraktaroğlu’nun kendisinden başkası değil…

Söz konusu “eğitim” yazısını incelediğimiz de, yoldaş’ı, alenen kendi önderlikleri olarak koyan yazar, yoldaş’ın bu temel de ki fikirlerini nasıl karşısına alabiliyor anlamış değiliz… Ya kendisini okumaktan ve anlamaktan acizler, ya da bu sahiplenme, çıkarcı (oportünist) bir politikacılıkdan başka bir şey değil!

Aynı sitede yayınlanan “Devrimci Siyasette Çizgi Meselesi” adlı yazıda, Mahir’in ölümsüzleşmesi sonucu P-C içerisinde yaşanan ayrılıktan bahsediliyor. Denk mi gelmiş yoksa “U.Keçer” bunu politik bir iç güdü ile istemsizce mi yazmış bilmiyoruz. Ama değinmek gerekir; P-C ayrışması sırasında, ayrışmanın esaslı tarafları arasında, çift taraflı bir ideolojik ret söz konusuydu. Ayrışmanın Dev-Yol tarafı,kendisini Çayancı olarak gösteriyor, açık ret ilanında bulunan Kurtuluş’u ise Çayan’a ihanet etmek ile suçluyordu. Daha sonrasında göreceğimiz pratik üzerine anlaşılmıştır ki; Dev-Yol, bu rettin kitlelerde yarattığı tepkiselliği okuyarak bunu görüngüsel ve yüzeysel olarak sadece söylemde var etmiştir. PASS’ın zerresine değmeyen salt anti-faşist bir mücadeleden başka bir şey örgütlememişlerdir. Ki zaten içinde yaşanan Dev-Sol ayrışması bu gerekçeler temelinde gerçekleşmiştir…

Şimdi, bu zatların her yazısında, ağız doluluğu ile bahsedilen önderlik durumu eğer önderliğin temel fikirleriyle çelişiyor ise… Bir dakika! Sanki burada bir benzerlik söz konusu…

Yazara sormak gerekir; Komünarlar’ın ayrışmasının, o dönem ki P-C ayrıştırmasına eşitleyen sizler, burada kendinizi Dev-Yol pencerisinden mi değerlendirmeye alıyorsunuz yoksa?

Bu arada yanlış anlaşılmaya mahal vermeyelim. Biz bu örneklemede ki ikililik de herhangi bir tarafı temsil etmiyoruz. Çünkü bizde kopuş atağının herhangi bir dinamiğinden ret, söz konusu değil!

III.

İkinci bölümde değerlendirmeye aldığımız, komünar kopuş atağının ve Mehmet yoldaş’ın, yarattığı dinamikler ile çelişen yerleri, bu bölümde daha da derinleştirmeye çalışacağız;

Bir Adım Daha Öne” yazısında “A. Ada” şöyle diyor; “Özneler örgütlenme içerisinde oldukları kadar vardır.”, cümlenin devamın da onu tamamlayabilme arzusunu görmüyor değiliz; “Bireylerin varlıklarının etkisi, devrimcilik eylemini gerçekleştirme süresine değil, sürekliliğine bağlıdır.”

Yukarıda anlattığımız temel fikriyata göre; Özneyi özne yapan, ruhun kavranması. Daha somutlarsak “Faşizme karşı savaşması…”. “A. Ada’nın” belirtmelerinde ki yanlışlık, öncünün yerine öznenin ikame edilmesi ile alakalı. Öncü, öznenin de ötesinde, bir tekil olmaktan ziyade, çok sayıda öznenin önünde olana denir. İcraacı değil kurucudur. Ruhun kurucusudur. Özne ise onun kurduğu ve yarattığı ruh ekseninde özne olur… İkisi aynı değildirler, birisi özgür komüncüldür, diğeri sadece özgürlükçü. Öncü, kuruculuk yetisini sağlayabilmek için Komüncül Asabiyetin bir parçası olmak zorundadır. Özne ise ona doğru ilerleyen bir potansiyeli ifade eder. Yani özne olma durumu değil, öncü olma durumu bir örgütlülüğe ihtiyaç duyar. Bu ihtiyaç da yazarın bahsettiği gibi bir “süreklilik” halinde icraa edilemez. Çünkü “süreklilik”, içerisinde kesintililikleri bulundurabilir. Kesinti ihtimali dahi intiharidir. O yüzden, komün gücü üzerinde yükselecek örgütlü mücadele “kesintisiz” ilkesine uygun tesis edilmelidir…

Kesintisiz anlayışa dair bir giriş yaptıysak, oradan devam etmeye çalışalım. “Devrimci Parti, Devrimci Kadro” yazısında deniliyor ki; “Parti kendisini her şeyden önce mevcut faşizm koşullarında illegal bir zeminde örgütlemek zorundadır.”

Mevcut faşizm? Yani mevcutta faşizm olmasa, illegal bir zeminde örgütlenmeye gerek yok öyle mi? Bu bakış açısı Kurtuluş geleneği/bileşeninden miras bir yasalcılığın ürünü. Yasalcılık değerlendirmesini burada yapmaya gerek yok. Ama, eğer ki bir yeraltı örgütlenmesi yapıyorsanız bu bir devrimci savaşım gayesi güdüyor demektir. Eğer bir devrimci savaşım gayesi güdüyorsanız, iktidar gücüne karşı silahlı bir zor tahakkümünü uygulamak zorundasınızdır. Sonuç itibariyle, başta bahsettiğimiz durum, iktidar gücüne karşı kullanılması gerekli olan zor tahakkümünün, faşizm ya da herhangi bir uç devlet terörü ile gerekçelendirilmesinden başka bir şey değil. Yani şu oluyor; İktidar gücü vuracak ki, bizde ona vuralım. Daha basit anlatıyla; Savunmaya kitlenme durumu. Basit olanı açarsak; Savunmaya kitlenme durumunu, yadsıyan kesintisizin, yadsınması…

Aynı kesintisiz, bu savunmaya kitlenme durumundan çıkmayı ise çemberin – taktik yönetimin dışına çıkma ile koşullar. Kesintisizin değdiği her alan kurulu çemberlerin dışında konumlanma sağlamalıdır. Gerilladan – açık alan siyasetine kadar… Eğer çemberin içerisindeysen taktik olarak yönetiliyorsun demektir. Yani yapacağın her hamle karambole mermi yakmaktır. Boşa gider, boşa gittiği kadar düşmanın hanesine skor yazılır. Kesintisizin, gerilla savaşımı anlatısında, ardılı olarak koyulan “Gerilla Özgürlük Gücüdür” çalışmasında bu durum daha net öğütlenir, anlatılır. Onun dışında “Stratejik Netlik-Taktiksel Üretkenlik” yazısı da bilhassa böyledir.

Peki ya çemberi meşrulaştırıyorsan? İşte o zaman kepenkleri kapatmak en iyisi. Çünkü bu durum taktik yönetiminde ötesinde, stratejik anlamda bir yönetilmeyi ifade eder…

“U.Keçer’in Devrimci Siyasette Çizgi Meselesi” başlıklı yazısına bir göz atalım; “(..) Bütün bu olumsuz tablo içerisinde geçtiğimiz seçim döneminde bütün engellemelere rağmen HDP % 12′ ye yakın oy aldı. (…) Bu tablo gösteriyor ki faşizm ne yaparsa yapsın Türkiye işçi sınıfı ve ezilen halkların bir kısmı üzerinde tam hakimiyetini kuramıyor.” diyor bu zat…

O ya da bu biçimiyle var olan devrimci olgunluğu, oy pusulası sayarak ölçmek çemberden çıkamamanın bir göstergesidir. Olgunluk, HDP’ye oy vermediği çok açık olan havalimanı işçilerinin direnişinde açıkca belirginleşmektedir. Bir de yetmezmiş gibi Türkiye solunun yürüttüğü mevcut HDP siyasetini, bir biçimiyle çemberin dışındaymış gibi tariflemek bu çemberin meşruluğunu arttırmaktadır.

Şimdi bu zat, “Faşizm Kıskacında Demokratik Siyaset” yazısında bizim bu yukarıda yazdığımız benzerde ki perspektiflere dair; “Devrimci saflarda üst perdeden siyaset yapan bir elitist akılda buna teşne olabilir.” diye bir belirtme yapmış.

“Teşne olmak?” Neye teşne olunuyormuş? Şu yukarıda anlatılan perspektifin herhangi bir yerinde, toprağın altına girelim ve çıkmayalım anlatısı var mı? Ya da; “An’da bulunduğumuz alanlarda bekleyelim, zamanı değil” gibi bir anlatı… Kısaca hiç bir şekilde açık alan mücadelesini yadsıma gibi bir şey söz konusu değil!

Ama bizler, aynı zatın yazısında bahsettiği gibi “Demokrasi Mücadelesi” ve “Devrimci Siyaseti” iki ayrı şey olarak algılamıyoruz. Maalesef partimizin anlatısında “demokrasi mücadelesi” gibi bir safsatanın kabülü yoktur. Zaten o safsatanın an’da göründüğü hal bellidir; binlerce işçinin canla kanla dişle direndiği bir yerde, bürodan pankart sallandırmak, en ileri haliyle Kadıköy sokaklarında üç tane gözaltı vermek…

Demokrasi Mücadelesi anlayışı budur. Kesintisiz, bu anlayışı protestoculuk/indirgemecilik ile tanımlamış, alenen red etmiştir. Açık ya da kapalı tüm mücadele biçimlerini devrimci bir savaşım ile özdeşleştirmeden kesintisiz anlatısı gerçek kılınamaz. Burada o ikisi arasında bilişimsel köprüler (telefon,internet vb.) kurmak değil, ideolojik-siyasal ve pratik bir özdeşleştirme sağlanmak zorundadır. Zaten telefondan yönetilen bir örgütünde akıbeti bellidir!

Açık/yasal alanda örgütlenen mücadele, o alan da bir reform mücadelesi verilerek yapılamaz. Daha da ötesinde, bu mücadele alanları, bir reform mücadelesinin gerekliliklerine göre şekillendirilemez. Arkamıza dönüp baktığımız da Kıvılcımlı’nın Yol serisinde ki Legaliteyi İstismar bölümü, önümüze dönüp baktığımızda ise Neden/Nasıl Örgüt? yazısında ki belirtmeler bu noktada kafa açıcı çalışmalar olarak ele alınmalıdır. Kıssadan hisse; burjuva yasalcılığına tabii olunulmaz. O ancak istismar edilebilir. İstismar edilemediği ölçüde de bozuma uğratılır. Misalen; Kadıköy’de herkes gözaltı verirken, hiç beklenmedik bir şekilde bankalar molotoflanır, polisin hiç görmediği yerlerden dolanılarak ana caddeler trafiğe kapatılır!

Eğer yukarıda bahsettiğimiz gibi oy pusulası sayıyorsanız, buna tabii olmuş buna göre bir biçimlenme sağlamışsınız demektir. Bir kaç sene sonra bir bakarız, tüm asabiyet burjuva hukuku tartışır olmuş, tüzük maddeleri ezberlemiş…

Kavga? Kavga hak getire! Köhneleşmiş, bürokratikleşmiş, kastlaşmış, kurumsallaşmış; eylem için yazılı tebligat bekleyen sözde devrimciler örgütü!

Şimdi bu kurumsallaşma/bürokratikleşme anlayışının “Devrimci Parti, Devrimci Kadro” yazısında nasıl resmiyet kazandığına bakalım; “Esasen parti pratiği kurumsallaşmış bir yapı olarak gelişir, organlaşma ve komiteleşme esastır. Hukuk ve pozisyonların belli olduğu bir çalışma tarzıdır.”

Yazar, bunları yazdığı paragrafın bütününde hareket ve parti tipi örgütlenme biçimlerini açarak, alıntıda gösterdiğimiz biçimiyle bir sentezlemeyi öneriyor. Bu sentezleme sonucu ortaya çıkan şey; Kurumsallaşmış; kurumsallaşırken kastlaşmış, pozisyonların belirginliği ve bunun hukukca güvence altına alınması ile de bu kastlaşma resmiyet kazanmış! Senteze bak hele!

Komün Gücü anlatısı yukarıda açtığımız gibi gelişen tüm sentezlere, onları sonralayan tüm tez ve anti-tezlere karşı gelişmiş bir hipotezdir. Bu zatların, “Parti Yaklaşımı ve Yoldaşlık” yazısında bahsettiği gibi azınlık-çoğunluk muhabbetlerine girmez. Görev-yetki anlayışı yoktur. Yetki değil yeti ile hareket eder. Buna göre; öncü koşar, özne yürür. Öncü kurar, özne dahil olur! Koşma yetisini yani kuruculuk yetisini kaybettiği anda doğalında geriye düşer. Bu komün gücünün doğal seçilim kanunudur. Tabiatla uyum içerisindedir. Bu anlayışa göre hiç bir pozisyonel belirginlik yoktur. Komün ruhuna karşı kurulacak hiç bir hukukta buna güvence olamaz! Malum kriz dönemine kadar bu hipotez yeteri kadar sınanmış, hipotez olma statüsüne erişmiştir. Komünarlar’ın görevi, bu vb. dinamiklere uygun bir Komüncül Asabiyeti inşa ederek bu hipotezi, bir teori haline getirmektir…

Komün gücünün bu vb. tabiatik-diyalektik yaklaşımlarını red eden, yerine kaba diyalektik, mekanik, ilerlemeci, şematize bir anlayışı hakim kılan kimseler bu inşaa iddasından yoksundurlar. Zaten bu yoksunluklarını yukarıda incelemiş olduk ama yine de son bir kaç örnekle anlatıyı güçlendirelim;

A. Ada’nın, Bir Adım Daha Öne” yazısının devamında; “(…) Komünist parti, bu açıdan işçi sınıfı, ezilenler ve kadınların öncülerinin ilerleyen toplamı olmalıdır. Marksist-Leninist örgüt modeli, ilerlemeyi yerine getirebilecek bir yapının teşkil edilmesini zorunlu kılar”. Anlayacağımız şey şu; Öyle işkembeden “Engels alıntısı” yapmak ile Marksizm kavranmış olmuyor!

Neden? Çünkü aslolarak Marksizm ilerlemeyi değil sıçramayı esas alır. Çok temel diyalektik kanunlar bunun göstergesidir; artan her nicel birikim, kendi içerisinde küçük bir nitel sıçramayı ifade eder. Bir bütün olarak küçük nitel sıçramaların, yeterli olgunluğa ulaştırılarak bir araya getirilmesi ile de aslolan büyük nitel sıçrama gelişir. Yani gelişim ilerleme ile değil sıçramalar ile mümkün olur.

Kaba diyalektik anlayışın, bunu tersi biçimde kavraması normal. Ancak “A. Ada’yı” kendi parti ve mücadele anlayışında ki, bu tutarlı özdeşletirmesi için de tebrik etmek gerekir! Çünkü hem kopuş atağının yadsınması hem de son yaşanan krizde ki çarpıklığın gelişimi bu vb. kaba diyalektik anlayışlar ile alakalı.

Kopuş atağına baktığımızda; sıçrama için hiç bir ilerleme beklenmemiştir. TDP – PDKÖ – DEVRİMCİ KARARGAH – DEVRİMCİ KIVILCIM HAREKETİ gibi hareketler böylesi bir sıçrama için ilerlemeciliği esas almış olsaydı, mevcut kopuş atağı belki ancak bugünlerde başlatılıyor olurdu…

O yüzden, bu zatın, içerisinde bulunduğu, dibi delik DKP/BÖG takası bu vb. kaba anlayışları esas almış; Bunun sonucu tekilleşmiş, birlik anlayışını yadsımış, kopuş atağının sıçramacıl anlayışını kavrayamamıştır. Bu sadece tek düze kaba diyalektik ile de alakalı değildir. Çok yönlüdür. Buram buram oportünizm kokmaktadır mesela. Tüm sol-jilet görüngülere rağmen, örgütsel liberalizm her yazının satır aralarında gizlenmiştir. Ancak yukarıda anlattığımız tüm bu duruma rağmen hala birileri birilerine karşı tasfiyeci diyebiliyor… Biraz da o tasfiyecilik vb. anlatısını incelemeye almakta fayda var…

IV.

Çok fazla uzatmayacağız. Yazıcak olduklarımız düz polemikten başka bir şey değildir. Bizi bu tarza mahrum edenler utansın! Cümle cümle gitmeye çalışacağım;

“DKP-BÖG” imzasıyla çıkan “Gücümüz Partimiz; Zafer, Halklarımıza Onur Sözümüzdür!” adlı son açıklamaya bakalım. Açıklamanın genel seyrine dair hiç bir beis yok. Tarihsel anlamda, DKP’nin belli başlı gelişimlerini anlatabilmiş yazar. Lakin yukarıda yazdıklarımıza bakarsak herkesin kendine has bir DKP’si mevcut zaten. Yazar yazının katılmadığımız bölümlerinde kendi DKP’sini, kendi DKP’sinin krizini anlatıyor. Olmadı, eksik anlatıyor ya da anlatamıyor…

Kimi eleştrilere katılmıyor değiliz. Ki bunların özeleştrisi verilmiştir. İstenilirse açabiliriz. Açtığımızda özeleştirilerin içerisinde gelişmiş olaylarda doğalında açılacaklar. Merak ediyoruz, sizin o tarafda olan bağzı kimseler, o olaylara dair özeleştri verebilecekler mi? O yüzden açmasak sizler için daha iyi sanki…

Şimdi alıntılarımızla devam edelim;

Başlarda deniliyor ki;

(..) ardından tasfiyeciliğin politik ve örgütsel hamleleriyle parti yaşamımız bir krize gömüldü.”

(..) verdiği zararları en aza indirmek için tasfiyecilikle mücadele ederken diğer yandan da partinin kuruluş sürecinden itibaren oluşan ve değişik görüngüler üzerinden karşımıza çıkan yapısal, ideolojik ve örgütsel sorunlarını keşfetmeye ve bunların çözümlerini üretmeye yoğunlaştı.”

Tasfiyeciliğin politik ve örgütsel hamleleri dediğiniz şey; genç kadro ve militan yapısını, idare-i maslahatçılık ve şerbetçilik ile yönetmek üzerinden yapılan politikacılıklar mı? Bu konuyu çok yakınınıza dönüp sorabilirsiniz. Kimin hangi istekleri ne biçimiyle yerine getirilmiş anlatılsın. Olmadı kimlere hangi konularda göz yumulmuş o anlatılsın.

Örgütsel hamleler? Herhalde o’da, askeri alanda konumlanmış, öyle ya da böyle eylem beyanında bulunan kadroların, Avrupa’ya iltica ettirilmesi… Yapısal, ideolojik ve örgütsel sorunlar da iki ve üçüncü bölümde verdiğimiz örneklendirmelerde ki gibi çözümleniyor sanki. Allah kolaylık versin… Devam edelim;

(..) parti faaliyetinin militan bir örgüt çalışması olmayan yaklaşımlarla ve zaten partilerin de yasalcılık içinde “devrimci bürokrasicilik” ve “çocukça” demokrasicilik oynayan örgütler olduğu koşullarda şekillenmiştir.”

Üçüncü bölümde yaptığımız değinmelerde, sizlerin bu yaptığı tespiti kimin yadsıdığı belli sanki. “U. Keçer” ile bir görüşme yapsanız iyi olur.

(…) Ulaş yoldaş, şehadetiyle partimizde yarattığı boşluğu bütün kadrolarımızın her an hissettiği bir önderlik değerimizdir.”

Yukarıda anlattık… Yalana gerek yok! Bu biçimiyle önderlik sahiplenilmez. Çıkartın üstünüzden şu kirli oportünist gömleği!

“Bütün bu olumsuz tezahürleri kuşkusuz tasfiyeci eğilimin ve onun tasfiyeci şefinin üstüne atarak kendimizi kurtarmak derdinde değiliz.”

Hadi ya… 😀 Bence de öyle yapmayın. Hatta kendi yanınızda ki tüm tasfiyecilikleri de sağ baştan saymaya başlayın!

“(…) tasfiyeci şefin kendi çevresi içinden kendisine yöneltilen belgeli eleştirilerdir.”

Belgeli ha… Eski dostlarınız ile tekrardan ilişki kurmaya başlamışsınız. Öyle ki size belge bile taşıyor kendisi… Bizim elimizde de çok sayıda belge mevcut. Haberiniz olsun yani… 

Yukarıda ideolojik ve örgütsel tezahürlerine de değindiğimiz parti krizi ilk işaretini Türkiye sahasına ait çalışmalarda gösterdi. Tasfiyeci eğilimin ülkedeki kadroları sahadaki çalışmaları boykot etme tavrına yöneldi. Tasfiyeci eğilimin boykot tavrı aslında partinin üzerinde yükseldiği iki fay hattını da sarsıntıya zorlayan bir tavırdı. Birinci olarak, hareketin birlikçi zeminini krize sokuyor, Türkiye çalışmalarındaki kolektiviteyi dağıtıyordu; ikinci olarak ise, Rojava zeminindeki çalışmaya yöneltilen eleştiriler çerçevesinde örgütün yeni çizgisini tartıştırıyor, kuşku ve kararsızlık yaratıyordu.”

Boykot eğilimi hiç kuşkusuz bizim de eleştrilerimiz arasında yer tutuyor. Ancak boykota götüren sebepler ortadadır. Türkiye Konferansı’na çağrılmayan kadrolar mevcuttur. Ama Rojava’ya yöneltilen eleştrileri yapanlar hala sizin içerinizde ve yasal alan çalışmalarında konumlanmıyorlar mı? Yasal yayınlarınızda köşe yazıları hala çıkmıyor mu? Unuttuysanız falan kongre sürecinde yazdıkları yazılarıda sizlere gönderebilir hatta açabiliriz.

(..) partinin merkezi kurumlarındaki konumları üzerinden tasfiyeci şefin genel sekreterlik şalını omuzlarından aşağı çeken bir bildiriyle duruma müdahale etmiştir.”

Parti’nin merkezi kurumları? O bildirinin altında imzası olanların bazıları bu tarafta, bazıları devrimciliğe küfür ediyor. Bazıları ise o yada bu sosyal medya hesaplarında yüzünü açmış yasadışı alanın dışına düşmüşler. Hangi merkezi kurumlar bunlar? En azından ben açıktan biliyorum hangisinin ne durumda olduğunu… Yapmıyacağım diye ağlayan mı dersin, yoksa sosyalizm değerlerine inanmıyorum diyen mi dersin… Gerillacılığı düşünmeyip kendi pasaport-ikametgah süresini hesaplayan mı dersin yoksa önce Avrupa’ya gidip tartışıcam sonra yapıcam diyen mi dersin… Kim bu merkezi kuruldakiler? Bunlar ortalama üyelik statüsüne bile uymuyorlar!

O andan itibaren tasfiyeci eğilim, karşıtlarını “bölücülük”le suçlayan bir söylem tutturmaya, örgüt kaçkınları ve düşkünleriyle ilişkilenmeye kadar varan bir örgütsel genişleme içine girmeye çalışmıştır. Bu çabaların nesnel zeminleri olmadığı için parti yapısının dışına düşmek tasfiyecilik için kaçınılmaz bir mukadderat olmuştur. Bütün zedelenmelerine karşın örgüt yapısı kendini belirleyen ideolojik ve siyasal esaslarıyla birlikte korunmuş, tasfiyecilik tasfiye edilmiştir.”

Bölücülük, Avrupa’da kurulan tartışma masasına en son kim tekme attıysa onun tarafından icraa edilmiştir. Ayrıca şu an itibariyle kim o kaçkın ve düşkünler ile iritibat kuruyor ayrıntılı açalım istiyorsanız? O kaçkın ve düşkün dediklerinizi hangi vaatler ile parti karargahlarında konumlandırıyorsunuz onları tartışalım sizlerle… Sanırım, siz o nesnel zeminleri bulabildiniz!

Buradan çıkan ikinci sonuç tasfiyeci eğilim esas olarak parti bileşenlerinden birinin ilişki ve yaklaşımları üzerinden kendini örgütlediği ve şimdi bu tasfiyeci örgütlenme partinin dışına düşürüldüğüne göre “birlik partisi” kimliği tek bir bileşen üzerinden ifade edilir ve yaşatılır olacaktır. Çünkü artık bileşenler değil DKP kadro ve yapısı vardır.”

Tasfiyeci eğilim olma durumunu geçtik sanırım. Artık girmeyeceğim o tartışmaya… Yoksa girecek olsak, 2017 yılında yüze yakın genç devrimcinin mücadele geleceği ile nasıl oynandığını anlatırız. Bu süreçte, içeride tasfiyeciliğin nasıl örgütlendiğini ve hangi yalan raporlar ile kendine zemin yarattığını da… Ayrıca birinin dediğiniz durum nedir? Kendinizi tariflediğiniz bileşenin içinden gelen çok sayıda kadro bu tarafta konum almış durumdalar. Aynı zamanda diğer bileşenin tüm kadrolarıda burada konum almışlar. Bir başka bileşenin de aynı şekilde tüm kadroları bu tarafta kalmış. Nicel anlamda ki dağılıma bakarsak kimin birlik partisi olduğu alenen ortadadır. Nitel olarak; İçinizde ki, DKP Kadro ve Yapısı’nın, yukarıda bahsettiğimiz ölçülerde, ideolojik anlamda DKP ile uyumluluğu göz yaşartıcı bir niteliğe sahiptir. Mevcut algılayış düzeyiniz ile, değil olası bir tasfiyeciliğin tasfiyesini yapmak, kendi içinizde ki mevcut tasfiyeciliği tesfiye bile edemediğiniz yani yontamadığınız açıkça ortada!

SONUÇ YERİNE

Aranızdan çıkmadı bir adam

Yolunuza ermedi hiç kafam

Kaçamadım o da benim hatam
Geçmiş olsun…”

(Duman – Geçmiş Olsun)2

Bir süreç yaşandı. Tüm birikimleriyle, ileri ve geri yönleriyle bu sürecin yükleri her birimizin omuzlarındadır. Bir birey olarak benin, asla, geçmişi yadsıdığı, ondan azade bir biçimde kendisini konumlandırdığı, düşünülmemeli. Geçmiş gelecek köprüsü, geçmişten doğru bir konumlanma sağlanmadan, kurulamaz. Komünarlar’ın vermesi gereken özeleştri, parça parça her Komünar’ın küfesindedir. Herkes kendi payına düşeni sırtlarsa, aynı yolun yolcularının, aynı asabiyete sahip olanların, bir yerlerde buluşacağı kuşkusuz açıktır. Ama aynı olmayanlardan kesinlikle arınmak gerekmektedir! Bu iki taraf içinde hayati önem arz etmekte…

Son bölümde yürüttüğümüz tartışma biçimi de normal şartlarda asla yürütmek istemeyeceğimiz bir biçimdir. Ancak bunu sebepleyen şeyleride, tartışma içinde koymuş olduk. Eğer ki, ikinci ve üçüncü bölümde yaptığımız tartışma zeminleri yaratılırsa, çok daha geliştirici, çok daha kazandırıcı olacağına inanıyoruz. O ya da bu şekilde Komünarlar’ın aşması gereken eşikler mevcut. Böylesi elzem görevler kapsamında, bu tartışmalar neticesinde bir daralma kimsenin isteyeceği bir şey değil… Bu zamana kadar gerçekleşen kısa erimde, bir denge oturtulmuş durumdadır. Bu dengeye dair Turgut Uyar’ın şiiri Sezen Aksu’nun seslendirmesi olan bir alıntı yapsak iyidir;

Aşkım da değişebilir gerçeklerimde. Pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı, yan gelmişim diz boyu sulara… Hepinize iyi niyetle gülümsüyorum. Hiçbirinizle döğüşemem. Siz ne derseniz deyiniz. Benim bir gizli bildiğim var. Ben tam kendime göre, ben tam dünyaya göre. Sizin alınız al inandım. Sizin morunuz mor inandım. Tanrınız büyük amenna. Şiiriniz adam akıllı şiir. Ama sizin adınız ne? BENİM DENGEMİ BOZMAYINIZ! BİZİM DENGEMİZİ BOZMAYINIZ!”3

M.BÖRKLÜCE EFE

[1] https://www.youtube.com/watch?v=hu8fkzBZRbM

[2] https://www.youtube.com/watch?v=SyPdMTa0d3k

[3] https://www.youtube.com/watch?v=51qBmE9K5Bc

CEVAP VER

Please enter your comment!
Adınızı buraya yazınız