” Ya Bir Yol Bulacağız, Ya Bir Yol Açacağız! ” – Ceren GÜNEŞ

2418

Deryanın aşkı Nil’edir

Nil derya iledir

Bir olsa bin Firavun

Yüzbin piramit dikse de

Nil’i zapteylemek nafiledir”

Kendimizi anlamak ve anlatabilmek için ilk cevaplamamız gereken soru; DKP neyin üzerinde varoldu, neydi DKP’yi yaratan? Veya uzaklardan bakan bir göz olarak, nereden çıktı bu komünarlar? Devrimci hareketin ve devrimci savaşın bugün bulunduğu yer itibariyle çok anlaşılır ve samimi bir soru olur bu. Bunun cevabı elimizde tuttuğumuz bir şeye zoraki anlam yükleme çabası, gayreti değildir. “Elimizde böyle bir şey var, acaba nasıl kullansak…” derdi değil. Bunu öncelikle belirtiyoruz, çünkü DKP’nin varoluşu tam olarak bunun reddine dayanır. Boşluğa anlam yükleme çabalarına karşı, kendini o boşluğa fırlatmış ve o boşluğa komün ruhunu ekmiştir, devrim hedefinin ismini cismini gerçek konumuna tekrardan yerleştirme hedefidir. Türkiye devrimci hareketi (TDH), bugün boşlukta sallanmaktadır, boşluğa konuşmakta ve tam anlamıyla eyleyememektedir(hareketsiz kalmıştır).

İşte bizim çıkışımız, buna karşı TDH’ne bir koordinat oluşturma, kaymış silikleşmiş koordinatları yerine oturtma hareketidir. Bunun çıkışıdır. Gezi’nin “sıradışı”lığı ve Kobane’nin kararlılığı, zafere inançla yoğrulmuşluğudur. Çıkmaz sokaktan ayrılıp bir çıkış yaratmak için bir adımdır. Bu adım, devrimci hareketin üzerindeki kemikleşmiş, bizi kaplumbağa misali hareketsiz bırakan kabuğu çatlatmanın, o kabuktan çıkmanın hareketidir. Bu adım coğrafik bir mekan değişimi değildir, kendinin de içinden geldiği devrim ve devrimcilik anlayışının aşınmış yanlarını reddediştir. Bu reddediş bugün ölümsüzleşen, göğü fetheden 16 yoldaşımızın şahsında, hapishanelerde düşmana karşı direnen kendindeki devrimi üretmekten vazgeçmeyen devrimciler şahsında somutlaşmıştır ve büyümüştür.

Komünar ruhu, ısrar ve inattır

Kendilerini değiştiremeyenler, bu dünyayı değiştiremezler. Bundandır ki bu düzenin, kendimizde ve yaşamın her anındaki izlerine karşı bitip tükenmek bilmeyen bir öfke ve yenilmezlikle savaşıyoruz. Tıpkı Anadolu’nun unutulmaz isyancıları Babailer, Şeyh Bedrettinler, her ne olursa olsun özgürlük ateşini elden ele taşıyanlar gibi. İnsana dair, özgürleşmeye çalışan o insan formuna dair, her şeyi barındıran bir mücadeledir bu. Bazen umduğumuz gibi ilerlemiş, bazen aksaklıklar yaşanmıştır, ama tarihin her anı böyle örülmüştür. Bu serüvenin manşet yazdığı da oldu, köşede reklam panosu gibi kaldığı da. Bu bizim mücadele tarihimizdir. Her şeyiyle, her anıyla görmek, anlamak, kavramak gerekir manşetleri tekrar yazmak için. Komünarlar bunun iddiasıdır. Komünarlar, sadece iz takipçileri değildir, izler görünmez olduğunda yeni bir yol açarak tarih yazıcılığını yapanlardır.

Açık özeleştirimizdir, DKP’nin misyon ve hedeflerine uygun bir yol yürüyemedik. Kendimizle çeliştik, başarısız olduk, “biz”leşemedik. Devrimci hareket için hayati olan birlik eksenini işletemedik. Yerleşikleşmiş kalıpçılığı, amaçlaşan örgüt anlayışını, yüzeysel yaklaşımları ve sistem içi ilişkileri yoketme kararlılığını gösteremedik. Ancak bütün eksik ve hatalarımızla, yanlışlarımızla yüzleştik. Sorunlarımızın kökenine inmeye çalıştık. Kuşkusuz bu yaşadığımız ağır kriz sadece bize dair bir kriz değil. Kendi dünyalarımıza hapsolmadan, mücadelemize olan ve olacak etkileriyle, devrimin değerlerini olması gerektiği gibi koruyamamış olmamızla, sistemiçi yanlarımızla (ve ne yazık ki bu sistemiçi yanların TDH’nin normali olmasıyla) yüzleştik. O reddettiğimiz dünya, anlayış ve algılar, biz yeterince donanımlı olmadığımız ve “yeni”de ısrarcı olmadığımız için bizi tekrar geri çekti. Kopuş anları dengeden yoksundur; ya güçlü bir şekilde ileriye atılırsınız ya da dramatik bir biçimde yeniden eski dünyaya hapsolursunuz. Biz ileri atılamadığımız için geriye düştük. Özeleştirimizi DKP’nin çıkış misyon ve hedeflerine sarılarak güçlü bir pratiği inşa ederek vereceğiz. Bugün yaşadıklarımız, ufuk çizgisinden koptuğumuz anlamına gelmez.

Bugün genel bir değerlendirme yaptığımızda, kapitalist sistemi yıkacak mücadelenin seyri açısından da, özelinde örgütlülüklerimiz için de iki yol var: Ya elimizde işlevsiz hale gelmiş aygıtları yıkıp onların işlevsiz yanlarını kambur misali sırtımızda taşımayıp atacak ve devrimci siyaseti doğru bir zemin üzerinden üreteceğiz ya da çölün ortasında gelmekte olan kum fırtınasını seyredip bizden uzaktan geçmesini bekleyecek, artık normalimiz haline getirdiğimiz olağan sorunlarımızla uğraşıp vakit geçireceğiz. Hisseden ve hissettiren, temas eden, hedefe giden yolu durmadan her an gözetleyen, olanak ve imkanları değerlendiren, bildiğini yapan değil mücadelenin ihtiyacını gören ve karşılayan bir devrimciliktir. Bunu yaptığımız ölçüde kendi kumdan kalelerimizin dışına çıkıp devrimci dinamiklere değebiliriz. Bunun için motivasyona ihtiyacımız var; bir nevi iman tazelemeye… Bu motivasyonun kaynağı devrim olanaklarının çokluğu ve özgürlük gücü nüveleriyle temasın verdiği heyecandır. Yapabileceklerimiz sınırsızdır ve bunun için büyük potansiyellerimiz mevcuttur. Tek koşul bu potansiyeli heba etmeden, devrimci siyaset ekseninde harekete geçirebilmektir. Bunu gerçekleştirebilecek güce sahibiz, neleri yapmamamız gerektiğini iyi biliyoruz, neye ihtiyacımız olduğunu da…

Ölçülemeyen bir zaman ve mekandır Komünarlar. Ve yine insanlığın özgürlük mücadelesi içinde olumluyu da barındırır olumsuzu da; iyiyi de kötüyü de; başarıyı da başarısızlığı da… Sözlerimiz iyi anlaşılsın diye, bunun üzerinde bu kadar durma ihtiyacı hissediyoruz. Her şeyin çözümünü bulduk, koşa koşa geliyoruz, demedik, demiyoruz. Ama çözüm halkalarını yakalamış olduğumuzu düşünüyoruz. Değişim ve değiştirmek, nesnel gerçekliği kavramakla ve (devrimciler olarak) mevcut etkisiz eleman oluşumuzu kabul etmekle başlar. Doğru müdahaleleri yapabilmek için, kabul etme olgunluğu ve mütevaziliğini göstermek gerekir önce. Diyoruz ki büyük iddialara, büyük fikirler ve büyük zikirlerle ulaşılır ve bunun için bize küçük gelen kalıpları kırıp atalım, eziş büzüş kaldığımız kalıpları atmaya korkmayalım.

Çıkmaz sokağın çıkışsızlığı, karşımıza dikilen duvar değil doğru yolun bulunamayışıdır

Devrimciler bugün böyle bir konumdadır. Komünarlar mevcut durumu görmek ve değiştirmek için yola koyulmuş olmakla bir adım atmıştır. Bahsettiğimiz adım coğrafik bir mekan değişimi değildir. DKP, kendinin de içinden çıktığı devrim ve devrimcilik anlayışına karşı çıktı. Attığı adım budur. Neydi bu anlayış? Birincisi muhalefet etmeyi ve artık muhalafet etmeyi gerçekten seven ve ömür boyu muhalif kalmayı isteyen bir eğilim. Bunun nedenleri çoktur, ancak burada öncelikle yılgınlık ve mağlubiyet hissi üzerinde durmak istiyoruz. Bu his, yine iki yol koyar önümüze; ya büroların, evlerin sıcak ortamlarından yapılan muhaliflik ya da ilelebet acı çekme temelli, devrimciliği salt bedel ödemeye indiren bir eylem hattı. Bu ikisi birbirine kesinlikle eş değildir; ikincisinde hedefi fethetme bilinci zayıf da olsa bir hedefe bağlılık ve devrim ve sosyalizm inancı, cesaret, gözükaralık vardır. Ancak yürünen yol hedefe yaklaştırmaz. Bu da bir süre sonra kırılma ve savrulmalara yol açar.

TDH’ne hakim anlayışın bir başka belirleyeni de, devrimci hareketteki “küçük esnaf” kafası. Bu eksik yoldaşlaşamamaya neden oluyor. Küçük hesaplarla hareket edilmesine yol açıyor, birbirinin “dükkanına” giren çıkanı gözetler, kıyaslar pozisyona düşürüyor. Devrim iddiasından kopuk bir şekilde, aramızdaki ilişkiye rekabetçi bir dünyanın kodlarını hakim kılıyor. Bu ruh halinden, anlayıştan sıyrılmalıyız. Eğer devrim iddiamız varsa, eğer sosyalizm diyorsak, bizler aynı sokağın, aynı mahallenin sakinleriyiz. Şemsiyemiz birdir, farklılıklarımız vardır ancak “biz”liğimiz aynı hedef, inanç, duygu ve özlemlerle bu kavgada oluşumuzdan gelir. Bu ortaklıkların ciddiyetinin unutulduğu yerde “biz”lik kalmaz. “Biz” olamayan “ben”ler de parçalanır, kırılır, dökülür. “Biz” olmak demek “hadi hep birlikte, elele olalım” demek değil. “Biz”liğin, yani devrimciliğin, yani özgürlüğün, yani komünizmin değerleri etrafında biraraya gelebilmek, bu değerleri birbirinde/birbiriyle güçlendirebilmektir. Bu yüzden, DKP bir çıkışa işaret etmiştir, bunu yapabilme gücünü ortaya koymuştur ve “biz”leşmek için vardır. “Biz” olmanın belirli bir ismi, yeri yoktur, tek arena mücadelenin kendisidir. O örgüt, bu örgüt değildir adres gösterilen. Komünarlar kendi çıkışını böyle ilan eder. Bu belki çelişik görülebilir ancak buradaki dikkat gereketiren nokta şudur: Bir tabela, bir pano olarak ortaya koymaz kendisini Komünarlar; bir ruh, bir ortaklaşma, bir adanmışlık, bir zafere kilitlenme kararlılığı olarak koyar. Bunun ideolojik-politik anlama kavuştuğu, vücut bulduğu yer ise komün gücüdür.

DKP/Birlik, kozasından çıkıp devrim için imkan yoklamasına giriştir

Başından beri şunu söyledik; devrim iddiamız ve bunun somut karşılığı olarak günün görevleri, DKP’nin mevcudunu aşan, aşması gereken ve aşacak bir durumdur. Çünkü devrimler böyledir. Devrimler mevcut her şeyi aşar ve oradan yeni bambaşka bir dünya ortaya çıkarır. Devrimci hareket önce kendinde bir devrim yaparak, statükoları yıkarak devrime gidebilir. Kaplumbağaların ömrü o sağlam kabuklarının altında çok uzundur. Ancak bizim derdimiz o taştan kabuk altında mevcut durumumuzu aynı haliyle korumak değildir, devrim bir sınırsızlık, bir imkanlar toplamıdır; verili, tanımlı bir olgu değildir. Devrimcilik de mevcut olanı aşmadır, tanışık olmadığın sulara atılabilme, deneme ve arayıştır. Bunun cüreti ve kararlılığı, fikriyatı ve eylemidir. İşte bu zemin üzerinde varolduğu için DKP/Birlik devrimin partisidir.

Bizler ya örgütlü, örgütlenerek özgürleşmiş, kendini dönüştürmüş yoldaşlar topluluğuyuz ve sınıflı toplumun hastalıklarını yenmişizdir ya da bunu başaramayıp, eskiyi yeni kabuklar içinde ve daha güçlü olarak yaşatıyoruzdur. DKP, bu iki yolu görerek bunun zorunluluğu olarak varolmuştu. Ve bugün bizler DKP/Birlik, olarak yine aynı tarihsel zorunlulukla, ikinci yolu kesinlikle redderek, bunun kararlılığı ve cüretiyle yolumuza devam ediyoruz. Bizler kendi kabuğumuzdan sıyrılma çabasını, yolu arama gayretini hiçbir zaman yitirmedik. Komünarların özü buradadır.

İddialıyız; çünkü kendimize güveniyoruz, çünkü mücadeleye güveniyoruz, çünkü biliyoruz ki komünal öz her yerde kendine bir çıkış yaratır ve kendini var eder, bazen sadece küçük bir dokunuş yeterlidir. Bu dokunuşun adı mücadeledir. Direnme ve savunma psikolojisinden çıkmış, zafere götüren bir mücadele… Mücadele, imkansız denileni oldurur, bir anda bir bakarsınız 3-5 ağaç sistemle büyük bir hesaplaşmaya döner ve o kaosu devrimci eksene oturtursanız devrimin provaları başlar. Bir bakarsınız ekmek talebiyle, 8 Mart’ta sokağa çıkan kadınlar Rusya’da bir devrim savaşının işaret fişeğini yakar. İşte DKP/Birlik, tarih bilincinin yön göstericiliğiyle, mevcut devrimci nüve ve dinamiklerin varlığını görerek, geleceği inşa edecek bir devrimci çıkışın adresi olma iddiasındadır. Mevcut tüm imkan ve imkansızlıklarımız içinde kendimizi örgütleyecek, kendimizi örgütlerken devrimi örgütleyeceğiz.

DKP/Birlik sarayları ve sırça köşkleri yerle bir edecek bir haykırıştır

Yanıbaşınızdan sesleniyoruz. Evlerinizin içinden, lise sıralarından, sessiz çığlıklardan, sözün yutulduğu anlardan, ellerinizin nasırından, mırıldandığınız türkülerden, her gün geçtiğiniz sokaklardan sesleniyoruz. Sesimiz Gezi Parkı’ndan, Kobane’den, Sur’dan, Kızılay’dan geliyor. Her yer savaş alanı; zalimle mazlumun, iyiyle kötünün savaşı, özgürlüğe ulaşmanın büyük savaşı. İnsanı sömürüp köleleştiren, insanı insan olmaktan çıkaran ağlarla örülü bu düzeni kabul etmiyoruz. Derdimiz, tiz bir sesin camı kırması gibi, bu kirli düzenin sırça köşklerini tuzla buz eden keskin bir haykırış olmaktır. Makinelerin sesini bastıracak kadar kuvvetli, zulmün karanlığını parçalayacak kadar renkli, umutlarımız kadar hakiki ve cesur, özgürlüğün sesi olacaktır haykırışımız.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Adınızı buraya yazınız