6 Mayıs Manifestosu’nun Yazıldığı Gece – Hüseyin Deniz

1312

6 Mayıs Gecesi

Her zamanki bir 6 Mayıs gecesinde; her şey sıradan olağanlığıyla devam edebilirdi. Genelde gece 1 ile 3 arası bir şey değişmez. Bu ne kadar saatle ilgili, bunu kestirmek zor. Fakat genelde kimse bir şey yapmazsa bir şey değişmez. Her şey aynı giderken, etraftaki her şey aynılığı izler gibi görünür. Birileri sıkıldığından mı yoksa artık ters giden şeylere ters gitmenin gerekliliği mi onları öne atan bilinmez, ama onlar ters gitmek için ters gitmediler ya. Onlar literatüre öyle bir girdiler ki terslik bile kelime anlamını karşılayamıyor onlar cümleye girince. Öyle ki onların olanlara yaklaşımı ağır bir büyü taşıyor. Bunun mistikliği ise yine olanlarla girdikleri münakaşada gizli. Dur demek basit bir biçimde yapılırsa sıradan bir hareket bile olabilir bazen. Ama onlar öyle bir zamanda öyle bir dur dediler ki… Mevcut gidişatın ne denli titrediğini, hala her 6 Mayıs, 47 yıl uzaktan bile hissedebiliyoruz. Sanki hala dün gibi hissettirmesi, zaman kavramının bile nasıl boyun eğdiğini gösterir. Çünkü onlar zamana ve mekana boyun eğdirmenin devrimcisiydiler; idam sehpasında sandalyeyi tekmelerken, Dolmabahçe’de 6. Filoyu  denize dökerken.

Gidişatın akıntısına karşı koşmanın devrimciliğini üstlendiler. Bunu neden yapmış olabilirler? Onları oraya taşıyan sadece bir hissiyat değildi. Hissiyat en son çıkan şeydir muhtemelen. Birçoğunun meceracı çocuklar sandıkları o büyük devrimciler, arayışın gerçekçiliğinde bir cüret buldular. Evet arayışın gerçekçiliği, çünkü sadece gerçekle bu denli bir sahicilik ilişkisi kurabilenler onu değiştirme cüretini de bu denli derinden üretebilirlerdi. Bazıları hayal kurmayı gerçekdışı bir şey sanır. Fakat gerçekler yanlış gittiğinde, onları değiştirmekten başka bir kefede değerlendiremeyecek kadar kavrayışı kuvvetli ilişkilerle bağlı olanlar var ya, işte sadece onlar uyumadıkları halde hayal kurabilirler. Canlı kanlı dipdinç bedenleriyle hayal kuranlar, değiştirmenin hayalini kuranlar, değiştirmenin cüretini inşa edenlerdir. İşte tam da bu yüzden onların arayışları, o zamana kadar herkesin alışagelmiş bildikleri tekdüze devrimciliği yarıp geçti. Hayatla bu denli derin ilişkiler kurmanın ve hayatla bu denli restleşebilmenin asabiyeti bazılarılarına akıl almaz bir delilik gibi gelmiştir kuşkusuz. Onlar için bu “gerçekdışılılık” ancak kendi canının değerini bilmeyen, kendini bilmeyen, ayakları yere basmayan birkaç “kaçığın” işi olabilirdi. Niye mi? Çünkü onlar tersten koştular. Çünkü kendini akıntıya bırakanlar ayaklarının yere basmadıklarını fark edemezler. Gideni kendileri sanırken, akıntıda sürüklendiklerini fark edemezler. Deniz’ler fark ettiler. Deniz’ler önce akıntıya karşı ayağa kalktılar sonra dönüp onunla yüzleştiler. Onların ayaklarının yere bastığını mı söylüyor yazar bu yazıda? Evet. Gerçeği hangi suretle olursa olsun müthiş bir cüret ile karşılarına aldılar onlar. Onlar olmakta olanın devam etmemesi gerektiğinden o kadar emindilerdi ki, gidişatı tersyüz etmenin yani devrimciliğin olmazsa olmazının peşinden amansızca gittiler. Şimdi onların ayakları yere bassaydı hayatlarından vazgeçerler miydi diyenler de çıkacaktır. Tam da burada demek gerekir ki bu bir vazgeçiş değildir, aksine diğer herkesin yaptığı vazgeçişin, teslimiyetin reddi, bir kazanma hamlesidir. İşte bunu anlamayanlar, Denizlerin koştukları koşunun kendi bireysel ya da fiziksel varlıklarını ne denli aştığını ve bu koşunun ne denli büyük bir ateşe döndüğünü göremeyenlerdir. Denizler bize kopuşu öğrettiler. Her şey rayında giderken rayları patlatmayı öğrettiler. Denizi kulaç atarak geçmeyi öğrettiler.

Denizlerin yoldaşları bugün de bizlere, küçücük bir kasabada elinde birkaç sokak varken; iki büyük devleti nerdeyse çökme noktasına getirmiş, sayısı yüzbinlere varan, herkesin yenilmez dediği kapkara bir güce karşı nasıl dimdik durulur, onu gösterdiler. Ordan, olmakta olan ne varsa kıra kıra, yara yara, parçalaya parçalaya, o kapkara gericiliğin başkentine, kalbine kadar nasıl gidilir ve zafer kazanılır onu gösterdiler. Onlar Bostancı’da nasıl direnilir, Dar Azza’da nasıl teslim olunmaz, onu gösterdiler. Onlar’ın yaşamları devrimciliğin manifestosudur. Onlar ölümsüz bir manifestonun imzacısı oldular. İşte tam da bu yüzden; kimse Denizler’in bir hatıra olarak o 6 Mayıs gecesinde öylece kalakaldığını sanmasın, onların gösterdiği ve işaret edeceği daha çok şeyleri var.

 

 

CEVAP VER

Please enter your comment!
Adınızı buraya yazınız