Kanal İstanbul’da Kim Boğulacak? – Miran Güler

916

Emperyalist-kapitalist devletlerin, şirketlerin tüm rant politikalarının ne halklara ne de doğaya hiç bir faydası yoktur. Betondan yapay projeler onları inşaa edenlerin de, kullananlarında mezarı olmaktadır. Çünkü doğa hiç bir zaman, haklı haksız tanımaz; bozulan sistem er geç “tepkisi”ni verir. İktidarın doğal alanları mega projelerle talan politikası; ormanları, kırsal alanları, köyleri ve para kazanabileceği bütün alanları projelendirip halkın yararına gibi gösterip aslında özelleştirme ve ranta açma amaçlıdır.

Bu projelerin halkın yararına yatırımlar olduğunu vaad ederek burjuvazi, halk üzerinde geliştirdiği demogoji ile halkın kazanımlarını gasp etmektedir. Kentlerde yapılan bütün yatırımların dezavantajlarını, avantaj gibi gösterip halkın yaşam alanlarını, kültürünü, düşünce ve ilişki sistematiğini değiştiren burjuvazi; sadece ekonomik olarak sömürmekle kalmıyor, ideolojik, sosyal, kültürel anlamda da halkı tamamen hem yozlaştırıp hem de kendisine bağımlı bırakıyor.

AKP’nin eli ayağı olan şirketlerin krizleri de yine AKP tarafından devlet bütçesiyle kurtarılıyor. AKP iktidarı ve çevresi, yaşadıkları krizlerde hep devlet bütçesini kullanarak, ekonomik yönden pozisyonunu sürdürülebilir kılmıştır. Bir diğer yönden yapmış olduğu sahtekarlıkları/yolsuzlukları da yine devlet oteritesini özellikle baskı ve zor aygıtlarını kullanarak, belli kurumlara dayanarak geçiştirmiştir.

Bu projelerin son zamanlarda en çok tartışılanı; Kanal İstanbul projesidir. İktidar, bu proje ile Türkiye’nin en çok işleyen sektörünü; yani inşaat sektörünü canlandırmayı hedeflerken, her zaman yaptığı gibi bütün yandaş kurumlarını arkasına alarak kafasındaki ileriye yönelik iktidar oyunlarını da gerçekleştirmeyi amaçlamaktadır. Nüfus sorunu, trafiği, çarpık yapıları, yetersiz altyapısı ve en önemlisi su sorunu ile öne çıkan İstanbul, son dönemde iktidarın mega projelerinin hedefi olmaktadır.

Projenin hayata geçmesiyle; ekolojiyi tahrip etmesi, denizdeki dengeyi bozarak suda yaşayan canlıların büyük bir kısmını olumsuz etkilemesi söz konusu olacaktır. Bu kadar zengin bitki örtüsü olan bir bölgede, çok büyük karasal değişimin yaşanacak olması nedeniyle, bitki örtüsünün yok olacağından hiç kimse şüphe etmesin!

Bir diğer felaket ise, İstanbul gibi su kaynakları sınırlı olan mega bir kentte, Kanal’ın Sazlıdere Barajı’nın içinden geçmesi ve Terkos Gölü’nün tuzlanmasına yol açacak olmasıdır. Bitmedi; Kanal’ı geçmek üzere 8 tane köprü ve üç tane raylı sistem yeni metro hattı yapılacak. Yeni yerleşim yerleri, yeni bir kent! Bütün bu hesaplamalara göre, nüfusun 8 milyon daha artmasıyla, bugün şehrin, resmi rakamlara göre 16 milyon olan (resmi olmayan rakamlara göre 20 milyon) nüfusunun katlanacak olmasıyla yaşanmaz bir hal almasıdır.

Krizi fırsatlar kapısına kim çevirecek?!

 Erdoğan tarafından gündeme konan Kanal İstanbul zırvalamaları gözümüzü perdelemesin ve  tarihsel bakımdan jeostratejik açıdan boğazlar meselesine bakalım. Ki zaten meselenin kökü de başı da burasıdır. Lozan Anlaşması’nın süresinin yakın zamanda dolacağı herkes tarafından biliniyor. Egemen güçler arasındaki tepişmelerin gün yüzüne çıktığı bugünlerde, Erdoğan’ın kıvranmaları yaşanmakta olan küresel hegemonya krizi koşullarında bölgede birçok şeyin yeniden belirlendiği bir süreçte olmamızdan kaynaklıdır. Türkiye ve Kürdistan topraklarında, emperyalist-kapitalist şirketlere peşkeş çekilmeyen, talan edilmeyen bir yer kalmadı. Ama mesele Boğazlarsa, bu sadece Erdoğan’la ve onun rant politikalarıyla ilişkili değil. Bu mesele, Erdoğan’ın da boyunu aşacak bir meseledir. Piyasa öyle geniştir ki;  Boğazlar meselesi Ortadoğu’nun ticaret ve denizyolu taşımacılığını da doğrudan etkiler.  Erdoğan böyle bir işe kalkışıyorsa, bu projeyi dillendiriyorsa yaşadığı sistem krizinin ne derece büyük olduğunu da görebiliriz.

Yaşadığımız süreci çok iyi tahlil etmek, iyi görmek gerekir. Biz devrimciler olarak doğru yerde, doğru zamanda olup doğru devrimci ittifaklar yapmalıyız. Faşist AKP-MHP ittifakı, gerek uluslararası sahada gerekse Türkiye’de sıkışmışlığını, krizini yönetilebilir “kriz”ler çıkartarak aşmaya çalışıyor. Bu krizler üzerinden, bir yönetim sistemi açığa çıkartmayı hedefliyor. Bu sistemle, bu tarzla oluşan boşluklardan yararlanarak, alternatifsizlikten kaynaklı bir taşla vurabildiği kadar kuş vurmaya çalışıyor. Çıkardığı krizleri tek yönlü okursak, derinlemesine bir sistem analizi yapmazsak, biz de AKP-MHP faşist bloğunun çizdiği oyun alanının içine hapsolmuş oluruz. Oyunun kurallarını belirlemediğimiz, kurulan masayı devirecek müdahalede bulunmadığımız durumda ise kaybedeceğimizin örneklerini tarihin sayfalarında ya da yakın tarihimizde görebiliriz. Buna en yakın dönemde verilecek örnek, Rojava meselesidir. AKP-MHP faşist bloğu, Rojava işgali ile birlikte birçok şeyi aynı anda hedeflemiş oldu. Bunları sayacak olursak; 1- Rojava Devrimi’ni boğmak. Yanı başında gerçekleşen Rojava Devrimi’ni hazmedemeyen ve aynı zamanda Kürdistan’ın diğer parçalarına sıçramasından korkan AKP-MHP faşist bloğu, uluslararası boşluktan da faydalanarak  her türlü askeri gücü ve tekniğini kullanarak Rojava işgalini başlattı. 2- TOKİ projesi ile hem Rojava işgalini sağlama alacak hem yandaş şirketlerine para akışını sağlayacak hem de toplumda açığa çıkan ve kendisine dönecek olan Suriyeli düşmanlığını, mültecileri yapılacak olan TOKİ konutlarına yollayıp sorunu ötelemiş olacaktı. 3- AKP tabanında oluşan rahatsızlıklar sonucu ortaya çıkan bölünme, parçalanma eğilimlerinin önüne geçip kendi kitlesini istihdam ve motive etmeyi hedefledi. 4- Savaş çığırtkanlığıyla birlikte, içerdeki rahatsızlıkları gündemden düşürürken iktidardan gelen gücüyle tüm muhalif girişimleri de baskı ve zor aygıtlarıyla, medyasıyla bastırmaya çalıştı.

Bu hedeflerinde kısmen başarıya ulaştı. Devrimciler ise bu süreçte, saldırının niteliğini kavrayıp ona uygun konumlanmadıkları için başarısız oldu. Hatta sürece hiç müdahale edemedi diyebiliriz. Şimdi Kanal İstanbul projesi ile de bir taşla vurabildiği kadar kuş vurmaya çalışacak; işçi ve emekçileri, ezilenleri kendi oyun sahasında tutmaya çalışacaktır. Rojava’da TOKİ projesini şimdilik gerçekleştiremedi. Ancak Kanal İstanbul projesi ile birlikte yeniden, etrafında kümelenen sermaye gruplarını palazlandırmaya çalışacaktır. Bu proje için, 75 milyar lira gibi bir bütçeden bahsediliyor. Bu bütçenin emekçi halka daha pahalı bir yaşam, daha fazla sömürü, daha fazla açlık olarak döneceği kesindir. Uluslararası arenada izlediği, emperyalist bloklar arası çelişkiyi devam ettirip çıkarı yönünde pazarlıklara girişecektir. Yine kendi tabanını buradan motive etmeye; gelişecek muhalefeti/direnci ise bu bir devlet projesi diyerek yargı, polis, medyasıyla sindirmeye çalışacaktır.

Kanal İstanbul denen projenin tartışma boyutunu belirleyen Erdoğan ve ekibidir. Erdoğan’ın Kanal İstanbul projesini bir devlet politikası şeklinde, sürekli servis etmesi, aslında karşıtlık ilişkisini (biz ve onlar retoriğini) oluşturmasına da zemin hazırlamaktadır. Kuşkusuz bu projenin ekolojik bir boyutu vardır ama bir diğer belirleyeni bu projenin jeostratejik, jeopolitik durumudur. Erdoğan’ın yaptığı da tam bu noktada bilinç karmaşası yaratmaktır. Devlet projesi olarak nitelendirmesi, aslında projeye karşı olanların devlet karşıtı olduğuna dair bir yansıtma/algı oluşturma istemidir. Meselenin bu boyutuyla gündemleşmesi, projenin aslında kimlere çıkar sağlayacağı, kimler için yapılacağı vb.nin sorgulanmaması ve bu yöndeki ssorgulamaların ise bastırılması içindir. Muhalif gibi görünselerde CHP ve benzerleri, yine AKP’nin koltuk değnekliğini yapacaklardır. Onların da çıkarı, etki alanlarındaki tabanlarını motive ederek, kendi konumlarını sabitlemek olacaktır. İmamoğlu ve çevresi, zaten bu kaypak zeminden hareketle, belirli bir konum elde etmiştir. Diğer bir boyutu ise AKP’nin hegamonik güçlere biatını temin ederek güven kazanacak olmasıdır.

Bu soruna hangi sınıfın gözünden bakacağız ve nasıl tutum alacağız. Asıl mesele budur. Bu oyunu bozmak isteyen bizler, “düz çizgisel-dar tepkisel”likten çıkmalıyız. Dönemin şartlarına uygun örgütlenme ve mücadele yöntemlerini geliştirmeliyiz. Kanal İstanbul’a karşı en geniş kesimleri kapsayacak mücadele araçlarının kullanılmasının yanı sıra bu projeyi akamete uğratma perspektifi ile öncü çıkışlar da görüş alanımızda olmalıdır. Özcesi kent savaşlarının bir provası da olabilecek bir tepki birikimi sözkonusudur. Yeterki devrimci güçler olarak bu imkanı değerlendirebilelim ve Kanal İstanbul’da boğulan değil boğan olalım!

Miran Güler

CEVAP VER

Please enter your comment!
Adınızı buraya yazınız