Komün ve Sovyet Devriminden İleriye – Hevi Devrim

612

Proleter Devrimler Tarihinin Erik Çiçeği: Paris Komünü” yazısında devrime nasıl yüründüğünü yazmış, çıkarılacak derslere ise kısaca değinmiştik. Bu yazımızda Komünden Marks ve Lenin’in çıkarmış olduğu dersler üzerinden ilerleyecek, devrim ve komünizm perspektifimize dair çıkarsamalar yapacağız.

Marx, 1871 Komün günlerinde sosyalizme giden yol ve devrim konusunda görüşlerinde ciddi bir dönüşüm yaşar. Daha önce kapitalist gelişmişlik düzeyiyle, işçi sınıfının nitel ve nicel olarak bir düzeyi yakalamasıyla birlikte ele aldığı devrimi, sosyalizmi, artık kent-kır bileşkesi içerisinde düşünür. Paris Komünü, devlet sorununa yaklaşımda bir düzeltmeye gitmesine yol açtığı gibi devrim algısını da farklılaştırır. Paris Komünü sonrası, Rus devrimcileriyle artan ilişkilerinin de etkisiyle kapitalist gelişme yolunu zorunlu kılan devrim düşüncesini mutlaklayan yaklaşımı terk eder. Rusya’da kırlarda obşina adıyla yaşamakta olan kolektif mülkiyet formunun, sosyalizm için kapitalizm aşamasını zorunlu olmaktan çıkarabileceğini tartışmaya başlar. Böylece Rus devrimi görüş alanına girer.

4 Eylül 1870’te monarşinin yıkılması ve cumhuriyetin ilan edilmesinden hemen sonra Marx, Prusya-Fransa Savaşına dair Enternasyonal’in yaptığı ikinci çağrıyı kaleme alır. Fransız işçi sınıfı, son derece güç koşullar içine konmuş bulunuyor. Yeni hükümeti her yıkma girişimi, düşman hemen hemen Paris kapılarına dayandığı bir sırada, umutsuz bir çılgınlık olacaktır. Fransız işçileri yurttaşlık görevlerini yerine getirmelidirler; ama aynı zamanda da, Fransız köylülerinin kendilerini Birinci İmparatorluğun ulusal anıları ile aldattıkları gibi, 1792’nin ulusal anıları tarafından sürüklenmemelidirler. Onların görevi geçmişi yeniden başlatmak değil, ama geleceği kurmaktır.” Paris proletaryasının ayaklanması için, “umutsuz bir çılgınlık” olacağını söyleyen Marx’ın bu sözleri; öncesi ve sonrasıyla alınmadığında, bağlamından kopartıldığında, Marks nesnelcilikle malul bir reformist, Marksizm de devrimci özünden kopartılmış olur. Marx teorik kabul olarak mı mantıksal olarak mı Parisli emekçi sınıfların ayaklanmasını doğru görmez? Bu şu nedenle önemlidir. Teorik olarak yanlış bulduğunu söylediğinde bu ilerlemeci tarih anlayışının bir sonucu olarak, henüz devrim yapacak bir güç olarak proletaryanın hem nitel hem de nicel yönden hazır olmadığı tespiti, ön çıkar. Bu durumda, işçi sınıfının burjuva devrimin sınırlarını aşmaması gerekir. Mantıksal olarak yanlış bulması ise esasa dair değil konjonktürel durum ve sübjektif yönün zayıflığını imler. Proletaryanın devrimci bir kalkışmaya dönük hazırlık düzeyinin zayıflığıdır burada mevzubahis olan. Ve bu durumda yenilgi kader değildir. Kimi zaman hazırlıksızlık, tarihsel gelişmenin akış yönünde yaşanabilecek sürprizlerle belki de aşılabilirdir.

Marx bu çağrıyı yaparken; yenilgi sonrası Alman işgali ile karşı karşıya olan Fransa’da, işçilerin ayaklanmasının derin yurtseverlik duygularıyla örülü olacağını ve esasta burjuvazinin öncülük ettiği cumhuriyeti güçlendireceğini ifade eder. Sınıfsal bir karşıtlık ilişkisinin kurulmasını zorlaştıran koşullar içerisinde 1848’de yaşananların benzerinin yaşanacağını düşünür. Diğer yandan 18 Mart’ta Theirs cücesinin iç savaşı başlatma, Ulusal Muhafızların elindeki topları alma ve silahsızlandırma hamlesine karşı proletarya göğü fethe çıkmak için ileri atıldığında ise koşulsuz destekler. Marx’ın üretici güçlerin gelişmişlik düzeyi üzerinden bir devrim analizi yaptığı yönündeki tüm değerlendirmeler, esasta Marx’ın Komün sonrası yönünü döndüğü Rus devrimine dair gerçekliği de yok sayar. Komün, Marks için, devletin ele geçirilmesi değil baştan aşağı yıkılması ve devlet olmayan devlet olarak örgütlenmesi gerektiği dersini çıkarmanın yanısıra devrimin gerek ve yeter koşullarına dair analizlerinde de bir dönüşüme işaret eder.

12 Nisan’da Kugelmann’a yazdığı mektupta şunları ifade eder:

Ne esneklik, ne tarihsel girişkenlik, ne özveri yeteneği ile bezenik şu Parisliler! Düşmandan daha çok iç ihanet tarafından altı ay boyunca aç kalıp yıkıma uğradıktan sonra, sanki Fransa ile Almanya arasında hiç savaş olmamış, sanki yabancı hep Paris kapılarında değilmiş gibi, Prusya süngüleri altında başkaldırıyorlar! Tarih daha böylesine büyük bir örnek görmedi! Eğer yenilirlerse, bunun nedeni yalnızca “ruh iyilik”leri olacak. İlkin Vinoy ve sonra da Ulusal Muhafızın gerici öğeleri alanı boş bıraktıktan sonra, hemen Versailles üzerine yürümek gerekirdi. Vicdan titizliği yüzünden, uygun zaman kaçırıldı. Sanki şu kötü Thiers ucubesi, Paris’i silahsızlandırmaya kalkışarak, daha önce başlatmamış gibi, iç savaşı başlatmak istemedi. İkinci yanlış: Merkez Komite, yerini Komüne bırakmak üzere, görevlerini çok çabuk bıraktı. Gene çok büyük bir “onur” titizliği yüzünden! Ne olursa olsun, Paris ayaklanması, hatta eski toplumun kurtları, domuzları ve köpekleri tarafından boyun eğdirilecek olsa bile, partimizin Paris haziran ayaklanmasından sonraki en şanlı savaş başarısıdır. Cennetin fethine çıkan Paris titanları karşısında, ölüm şenlikleri ve kışla ve kilise, feodalite ve hele hamkafalılar kokuları ile, Prusya-Almanya Kutsal Roma İmparatorluğu köleleri nedir ki…” (Marx-Engels-Lenin Paris Komünü Üzerine, Sol Yayınları, sf. 366)

Bugüne taşıyacağımız Komün dersleri

Eğer göğü fethe çıktıysanız, barikat kurmaktan önce saldırı harekâtı geliştirmek zorundasınızdır. Ulusal ihanet hükümetinin başı Thiers ucubesi ve şürekası, 18 Mart öğlen saatlerinde, Ulusal Muhafızlar’ın kontrolünde olan kentte, ellerini kollarını sallaya sallaya Versailles’a doğru yol aldı. Bu tarihsel bir hataydı. Ulusal Muhafızlar Merkez Komitesi, sanki savunma halinde olması gereken kendileriymiş gibi barikat kurmakla yetindi. Bu, devrimi yaymak için hamle yapılmayacağı anlamına geliyordu. Burjuvaziye ve eski monarşist artıklara, biz aşırılığa izin vermeyeceğiz, gelin sizinle anlaşalım, demekti. Oysa bir kez göğü fethe çıkan komünarlar, savaşı sınıf düşmanlarının ciddiye aldıkları kadar ciddiye almalıydılar.

Marks’ın 12 Nisan’da Kugelmann’a bu yazdıkları, yenilginin mukadderat olmadığını söyler. Komün önderleri, daha başta yanılgıya düşmemiş olsalardı ve isabetli kararlar alıp kitleleri harekete geçirerek Versailles üzerine yürüselerdi, burjuvaziyi ve hükümetini büyük bir yenilgiye uğratıp dağıtabilirlerdi. Tarihi olasılıklar üzerinden okuyamayız kuşkusuz, ancak o koşullar tarihin çatallanma anlarından biridir ve Paris Komünü, devrimler çağının öncülü değil belki de başlatıcısı ve Avrupa devrimine doğru ilerleyen devrimler zincirinin ilk halkası olabilirdi.

Marks, Fransa’da İç Savaş eseri ve Komün günlerindeki yazışmalarında, Paris Komünü’nün yenilgisine yol açan etmenleri oldukça net ifade eder. Thiers ucubesinin ve hükümetin şehri terk etmesine ses çıkarılmadı. İç savaşı başlatmama kaygısıyla (oysa 18 Mart’ta Ulusal Muhafızların elindeki topları almak ve onları silahsızlandırmak için saldıran Thiers hükümeti iç savaşı çoktan başlatmıştı) Versailles’ın üzerine yürünmedi. Ordu birliklerinin Paris’i terk etmesine ve Versailles’da Paris’in üzerine sefer düzenlemek için güç toplamasına izin verildi. Ulusal Cumhuriyet hükümetini yıkma değil uzlaşma arayışına girildi. Ordunun terkettiği mevziler ve stratejik noktalar tutulmadı, savunma savaşına göre pozisyon alınarak barikatlar kuruldu. Devrimi dışa doğru, özellikle kırlık alanlara doğru yayacak hamleler yapılmadı ve Fransa nüfusunun ağırlıklı bölümünü oluşturan köylüler gerici hükümetin ve monarşist güçlerin destekçisi olmaya devam etti. Köylülerin devrime kazanılamaması adeta Paris için ikinci bir kuşatma oldu. Devrimin gerektirdiği otoriterlik sağlanamadı. Devrimci otoritenin gerekliliğini yoksayan yaklaşımlar, Komünün yumuşak karnını oluşturdu. Tüm bunlar yenilginin taşlarını döşedi diyebiliriz. Burada devrimi daha en baştan yenilmeye mahkûm bir kalkışma olarak değerlendirmekten eser yoktur. Marx, Kugelmann’a yazdığı ikinci mektupta tarihin nasıl şekillendiğini yazarken bunu oldukça yalın bir biçimde ifade eder. Buna rağmen Paris Komünü’nü için yenilgiyi kader görenler varsa, onları ilerlemeci tarih anlayışlarıyla başbaşa bırakabiliriz.

Kugelmann’ın umutsuzluk kokan, Komüne dair kuşkularını içeren yanıtına karşılık Marx, 17 Nisan’da sert bir yanıt gönderir:

“…13 Haziran 1849 vb. küçük-burjuva gösterilerini, Paris’teki güncel savaşımla karşılaştırmanı hiç anlayamıyorum.

Eğer savaşıma ancak son derece elverişli şanslarla girilmesi gerekseydi, tarihi yapmak elbette çok kolay olurdu. Öte yandan, eğer “rastlantılar” tarihte hiç bir rol oynamasalardı, tarih çok gizemsel bir nitelik taşırdı. Bu beklenmedik olaylar evrimin genel gidişi içine elbette girer ve başka beklenmedik olaylar tarafından denkleştirilmiş bulunurlar. Ama hareketin hızlanma ya da yavaşlaması, aralarında hareketi yönetmeye ilk çağrılan önderlerin niteliğinin de bulunduğu bu türlü “rastlantılara çok bağlıdır.” (Marx-Engels-Lenin Paris Komünü Üzerine, 366)

Marx’ın Komün okuması çok açıktır. Marx Eylül 1870’de silaha sarılmamak gerektiğini ifade eder. Devrim çağrısını erken bulur. Öte yandan devrim günlerinde ise yukarıda da belirttik, muhtemelen koşulların uygunsuzluğu ve işçi sınıfının hazır olmayışını ifade eden ve bu yüzden yenilgiyi mukadderat olarak gören Kugelmann’a ise oldukça sert bir şekilde yanıt verir. Evet burada Marx, çok açık olarak devrimci kalkışmadan yanadır. Devrime dair oldukça somut önerilerde bulunur. Barikatların nasıl savunulacağını bile, eylem planı önererek adeta Paris’teymişcesine, Komün’deki enternasyonal üyeleriyle tartışır. “Cennetin fethine çıkan” komünarları ve Komün devrimini somut önerilerle destekler.

Onun bu yaklaşımında, hareketin gelişimini nesnelci bir temelde değerlendirenlere karşı net bir tutum vardır. Proletarya ve partisinin, hazır olmasa bile, kriz anlarına temas etmesini, onun içerisinde pişmesini zorunlu gören yaklaşımı nettir. Paris Komünü zaten yaşayamazdı gibi oldukça nesnelci değerlendirmelerle onun bu tutumu arasında, net bir sınır çizgisi vardır. Bir diğer şey, o, devrimden/ayaklanmadan, diğer siyasal akımlardan öğrenir; teorik-siyasal görüşlerini bu temelde gözden geçirir. Kendi referans noktasını harekete dayatmaktan çok, hareketin içerisinde, bu referans noktalarını günceller.

Proletarya, kurtuluşunu öncelikle cenk meydanında sağlamak zorundadır. Ve bunu korumak için sınıf düşmanına fırsat vermeksizin, düzenin askeri, siyasi, ekonomik dayanaklarını hızla yok etmek durumundadır. İşte Paris Komünü’nün en büyük zayıflığı bu oldu. Askeri olarak Versailles’i tepeleyecek bir saldırı pozisyonu almadı. Siyasi olarak devrim sonrası, burjuva-monarşist hükümetin yok hükmünde olduğunu ilan edip devrimci otoritesinin alanını genişleteceğine kendisini sınırladı ve ulusal hükümetle görüşme ve uzlaşma arayışına girdi. Ekonomik olarak ise Fransız Merkez Bankasına el koymadığı gibi, özel mülkiyet dünyasını yıkma hamlesine de girişmedi. Bunun tek istisnası burjuvazi tarafından terk edilen fabrikaları işçi birliklerine devretmesi ve bu fabrikaların işletilmesi kararını almasıdır.

Paris Komünü’nde yer alan siyasal akımların etkisini konuşmaya başladığımızda düz mantık işletemeyiz. Çünkü Komün kendi siyasasını oluşturdu ve onu örgütledi. 4 Eylül 1870’te başlayan süreç, her şeyiyle adeta Komün’e doğru akan taşkın bir nehirdir. Ve bu nehirde kitleler ve siyasal özneler yüzme alıştırmaları yaparlar. Dönüşür, dönüştürürler; hareketin akış yönünü belirler, nehrin debisini artırır, yer yer düşürürler. Komüncüler, eyleyerek hem başka bir siyasallık inşa etmiş hem de bu siyasallık içerisinde kendilerini var etmişlerdir. Komün, ona dâhil olan, onu referans noktası olarak alan herkesin düşünce ve pratiğini dönüştürmüştür. Yeni bir siyasal mücadele düzlemi yaratmış ve bundan sonra belirleyici hale gelen bu düzlem olmuştur. Komün’e katılan anarşistin anarşizmi Komün prizmasında kırılmış olarak anarşizmdir.1 Keza Marksistlerin Marksizm’i de… Anarşistler, bu kırılmayı teorik siyasal bir referans kaynağı haline getirmezken Marks doğrudan bunu yapabilmiş, yanılgılarını ifade etmiş, düşünsel güzergâhını, Marksizmin kendisini Komün’den önce ve Komün’den sonra diye tarifleyebileceğimiz kadar net kerterizler oluşturarak ilerletmiştir. Bugün, Marksizm okumamızın, bunları gören bir yerden olması gerekmektedir.

Partiye ve net bir programa olan ihtiyaç

Lenin’in Komün dersleri arasında, devrimi inşa edecek bir parti ihtiyacı, en belirgin olandır. Komün Devrimine hazırlıklı özne, Blanquicilerdir. Proudhoncuların devrimi hedefleyen siyasal bir örgütlülüğü yoktur. Nitekim Enternasyonalciler de devrimi öngören ve onun koşullarını hazırlayan bir örgütlenme düzeyine sahip değildir. Bu anlamda, devrime doğru yürürken devrimci örgüt/parti ve program sorunu en temel eksiklerden biridir. Devrimi hazırlayan sürecin kendisinde ve devrimde bir tek Blanquicilerin örgütü vardır. Ancak bu örgüt, ideolojik-siyasal olarak ulusal cumhuriyetçi programlarla köprüleri atamamış olmanın yanısıra örgütsel olarak da kitlelerle geçirimsiz bir ilişki içindedir. Blanqui devrimci zoru örgütleyecek, devrimi yapacak örgütü alabildiğine dar tutar. O kitleleri ayağa kaldıracak öncü çıkışı örgütlemekle uğraşır. Paris Komünü’ne kadar birçok kez ayaklanma çağrısı yapar ve devrimciler örgütü olarak bunu örgütler. Yenilir, ancak bu ayaklanmalar aynı zamanda Paris proletaryasının kendisini devrime hazırlamasını da sağlar. Devrim dersinden sınava kalktığında, Paris proletaryasının bazı reflekslerinin gelişmiş olması, 1848’den Komüne birçok kez silahlı kalkışmanın içinde yer almasından kaynaklıdır. Diğer yandan devrimci terörün ve ayaklanmaların ustası Blanqui’nin, Komün’ün hemen öncesinde tutuklanmış olması büyük bir talihsizliktir. Devrimin kurmay beyne en fazla ihtiyaç duyduğu zamanlarda onun yokluğu çokça hissedilir. Komün, Thiers’e, Blanqui’nin serbest bırakılması karşılığında tüm esirleri vermeyi teklif eder. Ancak o, Blanqui’yi vermenin Paris’e bir ordu vermekle eşdeğer olduğunu söyler. Tarihi yapan bireyler değildir, ancak öyle anlar –kaos aralıkları- vardır ki işte o anlarda, tarihte bireyin rolü çok büyüktür. Belki de Komün’ün en büyük eksiği, Blanqui gibi bir askeri ve örgütlenme dehası önderin Paris’te olmamasıdır.

Devrimin ilk çıkış anında fluluklarının olması, devrimin hareketin içerisinde şekil alması anlaşılabilirdir, ama devrime önderlik etme iddiasındaki devrimcilerin ve siyasi öznenin net bir önermesi, bir devrim stratejisi mutlaka olmalı, devrimi oraya doğru akıtılmalıdır. Biz buna devrimci komünizme doğru yürümenin siyasetini örme de diyebiliriz. Devrimle birlikte nasıl bir dünya ile karşılaşacağımıza dair net ve bütünsel bir tahayyülümüzün olması gerekir. İşçi sınıfının yanısıra tüm ezilen ve sömürülen toplumsal kesimleri içerimine alacak bir devrimi örgütlemeliyiz. Komünün en güçlü ve en zayıf olduğu noktalardan biri budur. Küçük burjuvaziyi, küçük mülk sahiplerini, zanaatkârları devrime katacak önlemler ve talepler dizini hazırlaması önemlidir. Ancak bu talepler, adım adım özel mülkiyet dünyasının kozasını yırtmayı ve komünizan önlemleri içinde barındırmalıydı. Bu, Proudhonculuğun da etkisiyle Komün’ün yumuşak karnıydı. Öte yandan devrimi köylülere doğru yayamaması da bir başka temel zayıflığıydı.

Proletaryanın devrimci partisinin talepler dizinini belirleyecek olan, tüm emekçi sınıfları devrime bağlama perspektifi olmalıdır. Bu da yetmez, devrim öncesi ve devrim sürecinde, tüm bu kesimleri devrime bağlayacak bir örgütlenme siyaseti de oluşturulmalıdır. Bugün toplumsallaşan proletarya sözkonusuysa zaten devrimimiz proleter bir devrim olacaktır ve tüm emekçi kitleleri kapsar, diyemeyiz. Proleterleşme sürecinde olan kesimler, sınıfsal taleplerle özdeşleşmeksizin aidiyet duydukları bir kimlikle kendilerini ifade ederler. Hatta sınıf içinde de kimlik veya farklı ezilmişlikler üzerinden gelişen mücadele dinamikleri sözkonusudur. Elbette biz, toplumun proleterleştiğini, proletaryanın toplumsallaştığını biliriz. Teorik olarak bunun izahatını yapmak kolaydır. Buna ek olarak, bugün hiçbir kimlik; sınıf çelişki ve çatışkılarından azade şekillenmiyor. Hepsini içine alan ve yoğurup yeni temelde açığa çıkaran emek-sermaye çelişkisidir. Bunu da biliriz. Ancak tüm bunlar, bu haliyle emekçi sınıflarca kavranmaz ve kendiliğinden bilince çıkmaz. Bu nedenle proletarya partisi, tüm sınıf kesimlerini özgün ihtiyaç ve çelişkileriyle de harekete bağlayacak bir program oluşturmak ve bunun siyasetini yapmak durumundadır.

Bir diğer çıkarılan ders, karşı devrimi ezecek kadar sert, seri ve atak bir biçimde askeri gücü kullanmak gerektiğidir. Bu olmaksızın devrim yapılamaz ve korunamaz. Karşı devrim güçlerine fırsat verdiğimiz an biz oyunu kaybetmiş oluruz. Elbette bu, alabildiğine dağınık güçlerle yapılamaz. Güçlü bir merkezi komuta sistemi oluşturmuş olarak; dağıtık güçlerle, inisiyatif ve yaratıcılığa fırsat verecek bir yapılanma ile başarılabilir. İşte bu sürecin gereklerini yerine getirecek bir örgütlenme olarak da partiye ihtiyaç vardır.

Devlet olmayan devlet olarak proletarya diktatörlüğü

Proletarya eski devlet mekanizmasını olduğu gibi kullanamaz. Onu yıkmak ve öz örgütlenmeler üzerinden yükselen siyasal iktidar organlarını inşa etmek zorundadır. Bu inşa edilen iktidar organlarının her biri, kitlelerin doğrudan yönetime katılıyor olmasıyla kendisini değilleyen organlardır. Yönetim özerk ve özel bir alan değildir artık. Bugün için baktığımızda kolektif emekçi karakteri çok daha geliştiği -kafa ile kol emeği arasında geçirimsiz bir ilişkinin sözkonusu olmadığı- koşullarda, doğrudan proletaryanın yönetimde olabilmesi, üretim-yönetim birliğinin sağlanması çok daha rahat örgütlenebilir.

Konsey örgütlenmesini esas alan proletarya demokrasisi/diktatörlüğü, devletten devletsizliğe, insanların yönetiminden şeylerin yönetimine geçişi örgütler. Toplumsal kurtuluşla bireysel kurtuluşun içiçeliğini örgütleyecek olan budur. Herkese emeğine göre’den herkese ihtiyacına göre ilkesine geçiş, ancak sınıfın sönümlenmesi ile gerçekleşir. Kafa-kol emeği arasındaki çelişkinin ortadan kalkması ise bir bütün olarak toplumsal işbölümü ve çelişkilerin sönümlenmesi ile. İşte bu geçiş sürecinde adını ne koyarsak koyalım şeylerin yönetimine geçilmemiştir henüz. Ve düzenleyicilik, organizasyonellik hala en temelde, insanları kapsamaktadır. Geçiş sorununu devrimin korunmasının yanısıra zorunlu kılan etmen budur. Bugün bilgi teknolojilerinde gelinen düzey, bilişim-iletişim ve enformasyon alanlarında yaşanan gelişmeler sonucu, bu organizasyonel yön çok daha kolaylaşmış, temsililik ilişkisinin alanını daraltarak her bireyin süreçlere doğrudan katılımını sağlayacak hale gelmiştir. Üretim-yönetim birliğini sağlayan konseylerin/komünlerin birbirleriyle ilişkisi ve bütünsel olarak karar alma süreçlerinde yer almaları, bugün çok daha kolaylaşmıştır.

Komün, egemen devlet fikrinden kopuşu sağladığı gibi o döneme kadar Marx ve Engels tarafından kurgulanmış olan sosyalist devlet formundan da kopuşu ifade eder. Bunu Marx, Komünist Manifesto’ya yazdığı önsözde çok net bir şekilde belirtir. Devlet olmayan devlet tanımını oluşturandır Komün. Ve 17 Ekim Devrimi, bu devlet olmayan devlet tahayyülünü içinde barındırır. İlk dönemi bu çerçevede ilerler. Ancak daha sonrasında sönümlenme ilişkisinden çıkmış, kendisini yetkinleştiren devlet formuna doğru ilerlemeye başlamıştır.

Komün’den farklı olarak Sovyetlerde proletarya diktatörlüğü; giderek toplumun üstünde ve ona yabancı bir kurum olma özelliğini aşındıracakken, devrimin ilk yıllarına göre daha da güçlendirmiştir. Oysa devrimle, devleti ortaya çıkaran temel saikler bir bütün olarak değişmiştir. Buna koşut olarak iktidar organlarının yapısı; emekçi kitlelerin karar, uygulama ve denetim süreçlerine doğrudan katılımını içermek zorundaydı. Partinin, Sovyetlerin üzerinde değil Sovyetlerden içre olması gerekirken, Sovyetler partinin kitleleri yönettiği ve devlete bağladığı aparatlara dönüşmüş, bir noktadan sonra da devlet-parti ilişkisi kitleleri karar, uygulama ve denetim süreçlerinden dıştalayan, kitleleri nesneleştiren bir ilişkiye dönüşmüştür.

Komünü gelecek toplumun işaret fişeği haline getiren şey, kitlelerin öz-girişkenliği, öz etkinliği üzerinden yükseliyor olmasıdır. Konseyler demokrasisinde yaşanan kırılma, Sovyet devriminin ilk yenilgisidir. Sonrası gelir. Sovyetler, komünist partinin sınıfın yerine ikame edilmesi sonrası, kitlelerin devrimci inisiyatifinin önünü açmada, yaratıcılığını geliştirmede ve özneleştirmede tıkanmış ve donuklaşmıştır. Devlet olmayan devletin iktidar organları olmaktan çıkarak devleti sağlamlaştırmanın ve büyütmenin birer aparatına dönüşmüştür. Oysa devlet konusundaki eleştiri ve suçlamalara karşı Engels’in söyledikleri nettir: “…proletarya diktatörlüğünün neye benzediğini bilmek ister misiniz? Paris Komünü’ne bakınız.” Sovyetler, bu anlamda,Komün deneyiminin tersine doğru ilerler. Komün’de olup da, bir yerden sonra Sovyetlerde olmayan, kitlelerin devrimci inisiyatifidir. Kendi kaderini eline almış olma hissinin somut bir gerçeklik olarak yaşanmasıdır. Ve bu temelde gelişen yaratıcılık ve düşgücüdür.

Komün, yürütme ve yasamanın birleştirilmesini esas alır. Üretim ve yönetim birliğinin sağlandığı örgütlenmedir. Yönetme işi birilerine tevdi edilen bir iş değildir. Yargı bir yerlerden dağıtılan adalet olmaktan çıkar. Proletarya diktatörlüğünün devlet olmayan devlet karakteri, ancak iktidar organı olarak komün veya konseyler üzerinden gelişir. Temsililik ilişkisinin en aza indiği, yöneten ve yönetilenlerin birbiriyle bıçak gibi kesilmediği bir durumu ifade eder. Komün Devrimi ile gerçekleşen gerçek demokrasidir. Ancak bu demokrasi, siyasetle birlikte kendisini de ilga edecek olan demokrasidir.

İnsanlar ve topluluk/komünler arası ilişkinin koordinasyon ve düzenleyicilik ilişkisine dönüştüğü ve sadece şeylerin yönetiminden bahsedebileceğimiz bir dünyayı istiyoruz. İşte böyle bir dünyada ne kurum, örgüt, ne de yönetsel bir ilişki vardır. Ne özel mülkiyetli dünyanın köklendiği toplumsal işbölümü ve uzmanlaşma, ne de onun yabancılaştırıcı ilişki ağları vardır. Devrimimizi donuklaşmaktan kurtaracak olan, geçiş sürecinin tüm zorunluluklarını bu ideale doğru yürüme perspektifi ile örgütleyecek olmamızdır.

Devrimi yapmanın ve sürdürmenin zorunlu koşulu olarak askeri örgütlenme

Yönetme fiili, mekanizma ve kurumlaşma demektir. Adına ne dersek diyelim, yönetme sözkonusuysa, başka sınıf temsilcilerinin de yönetime el koymak, hegemon olmak için kavgası, mücadelesi olur. Bir sınıf bu rolünü barışçıl bir biçimde terketmez. Veya bu elinden alındığında, köşeye çekilip yönetilen olmaz. İşte bu, devrimin savunulması demektir aynı zamanda. Milis güçlerinin yanısıra içinde bulunduğumuz dünya ve güçler ilişkisine karşı, devrimi savunabilecek bir kurumlaşmaya gitmek elzem hale gelir. İster adına ordu, ister halk savunma birlikleri, ister başka bir şey deyin, bu aynı zamanda profesyonelleşen askeri bir güç olmak durumundadır.

İlk yazıda da, yukarıda da vurguladık; Komün’e doğru yürürken Blanquicilerin kullandığı devrimci zorun özel bir yeri var. Kitleler, gökte çakan şimşek misali –ki o da birden bire olmaz, elektrik yükünün toplanmasını koşullayan etmenler vardır- aydınlanıp ayaklanmazlar. Bu sürece doğru ilerlerken kimbilir kaç mevzi savaşında, kaç ayaklanma girişiminde pişmişlerdir. İşte bu süreci örgütleyen bir özne var; devrimin askeri aklını oluşturan –eleştirilerimiz baki ancak hakkını da teslim etmek gerekir- Blanqui ve örgütü. Devrime gelirsek; düzenli ordunun dağıtılması ve milis örgütlenmesi ile halkın silahlandırılıp özsavunma gücü olarak konumlandırılması devrimin olmazsa olmazıdır. Elbette çepeçevre düşmanlarla sarılmış ve içte de sınıf düşmanlarının her türlü saldırısı ile karşı karşıya olan devrimi koruyabilmek, güçlü bir askeri yapı ve merkezi bir komuta yapısı ile mümkündür.

Öte yandan bu en netameli iştir. Ancak devrim öncesi ve sonrası karar, uygulama ve denetim süreçlerinin askeri güç içinde yer alan tüm bileşenlere açık olması, dengeleyici bir unsur olur. Devrimimizde, ordu ve polis burjuva devletlerdeki gibi varolmayacaktır. Bunu sağlayamadığımız her an, silahı elinde bulunduran kesim, devletin asli unsuru olup çıkar ve devrim yozlaşır. Bu yüzden bizim mutlaka askeri gücü de komün/konsey örgütlenmeleri esprisiyle karar, uygulama ve denetleme süreçlerini kolektivize edecek şekilde örgütlememiz gerekir.

Komutanlığın alttan ve üstten denetlenebilir olması için, görev verme ve görevden alma sürecinde (komutanlık yapacak askeri bilgi ve tecrübenin olması kuşkusuz gerek koşuldur ancak yeter koşul değildir) merkezin belirleyiciliğinin yanısıra, komutanlığını yaptığı veya yapacağı askeri gücün de doğrudan söz söylemesi gereklidir. Bu, askeri güçte, hiyerarşinin yabancılaştırıcı ve yozlaştırıcı etkisini azaltır. Sovyet devriminden sonra Kızıl Ordunun oluşturulmasını eleştiremeyiz, bu, devrimin korunmasının zorunluluk olarak dayattığı şeydi. Ama yapısını ve işleyişini pekala eleştirebiliriz. Kızıl Orduyu burjuva ordularından ayıran mekanizmalar zayıftır ve olanlar da giderek ortadan kaldırılmıştır. Emekçi kitlelerin iç savaş sonrası öz savunma gücü olarak eğitilmeyip, devrimin savunma gücünün salt profesyonel orduya bırakılması da sorunludur. Orduyu zorunlu kılan etmenleri tartışmıyoruz, ancak emekçi kitleleri devrimin savunulmasından dıştalayan yaklaşımın devrimin yozlaşmasındaki etkisini tartışıyor; hikmetinden sual olunmaz bir askeri güç inşa edilmesini eleştiriyoruz. Bir halk ordusu olan HPG’nin (Halk Savunma Güçleri), örgütsel işleyişi bu anlamda devrim öncesi ve sonrası için oldukça önemli bir deneyimi oluşturuyor. HPG’de alanlar arası rotasyon sıkça yapılır. Makamlar geçicidir. Komutanlık görevi, düzenli eğitimler sonrası tüm akademi bileşenlerinin katılımıyla gerçekleştirilen platformlarda (akademi gücünün eşit katıldığı doğrudan demokrasinin hüküm sürdüğü bir mekanizma) yapılan kadro değerlendirmesi sonrası verilir. Bu düzenli aralıklarla tekrarlanır. Askeri güç, komutanından savaşçısına düzenli olarak ideolojik akademilerde 6 aya varan eğitimlerden geçer. Ve yine her yıl, ayrıca bir savaş veya hamle yaşandıysa hamle sonrası, askeri güç kendi içerisinde dönem değerlendirmesini yapar. Burada komuta kademesinden başlayarak tüm askeri yapı eleştiri-özeleştiri sürecinden (platformdan) geçer. Diğer yandan suç işleyen her kim olursa olsun (bu en üst düzeydeki komutan da olabilir), komutanından savaşçısına herkesin eşit haklarla dâhil olduğu platformlarda yargılanır ve eğitsel sürecinden cezalandırılmasına kadar tüm süreç bu bileşence kararlaştırılır. Hiçbir mekanizma şekli değildir. Karar-uygulama-denetim süreci askeri disiplinin gereklerini zayıflatmayacak şekilde, düzenli olarak tüm askeri gücün dâhil olacağı şekilde örgütlenir. Bu mekanizmaların hiçbirisi hiyerarşiyi bozmaz. Ancak artık burada sözkonusu olan hiyerarşi olmayan hiyerarşidir.

Otorite; şiddet ve sömürünün yokluğunda ortadan kalkar. Devrim doğası gereği en otoriter eylemdir. Zira kurucu şiddeti içerir. Otorite karşıtı olan devrimci anarşistler de Paris Komünü’nde devrimin otoriterliğinin inşasında en önde görev alırlar. Zira Komün, içindeki herkesi dönüştürdüğü gibi, devrimin zorunlu yasaları, katılanlarca teorik olarak değil hayatın içerisinde kavranmıştır. Devrim, alabildiğine otoriter olmasına rağmen kitlelerin yaratıcılığını, inisiyatifini yok eden değil ortaya çıkaran bir süreçtir. Diğer yandan devrimi yıkmayı hedefleyen düşman sınıf ve temsilcilerine, emperyalist kapitalist güçlere karşı devrimin savunulması da otoriter bir süreci gerektirir. Ancak bu, anladığımız anlamda bir otoriterlik değildir. İçe doğru değil dışa doğru baskı ve şiddeti örgütleyen, bu anlamda öz savunma eylemini oluşturan bir duruştur.

Sonuç yerine

Konseyler demokrasisi olarak proletarya diktatörlüğü, geçiş sürecinin tüm zorunluluklarını yüklenmiş olarak, kolektif aklın, kolektif tasarımın, kolektif üretimin, kolektif yönetimin, kolektif denetimin örgütleyicisidir. Ona devlet olmayan devlet karakterini veren tam da budur. Konseyler/komünler yönetimi olarak devlet; bireyler, topluluklar arası tüm dolayımlı ilişkilerin son bulması ile her türlü yönetim ilişkisini de ortadan kaldırır ve böylece şeylerin yönetimine geçilecek olan komünizme ilerlenir. Biz komünist bir devrimi savunuyoruz. Komünizmin maddi-toplumsal temellerinin çok daha arttığı koşullarda devrimimiz doğrudan komünist karakterli olmak durumundadır. Maddi toplumsal temelleri çok daha hazır olan komünist topluma ve devrime yaklaşımımız, yanlış Marks okumaları üzerinden geliştirilen aşamalı devrim anlayışından kesinlikle kopuşu da içerir.

Bizim devrimimiz daha baştan komünist toplumun inşasını hedefleyen bir nitelikte olacaktır. Konseylerin/komünlerin üzerinde yükselecek bir devrim… Her üretim-yaşam biriminin, inşasında ve savunulmasında somut sorumluluk alacağı bir devrim… Devleti sağlamlaştıran değil sönümlenme sürecini örgütlemeyi her ne koşul içerisinde olursa olsun görüş alanından çıkarmayan bir devrim…

Hevi Devrim

1 Kropotkin, Komüne katılan anarşistlerin anarşizmlerindeki kırılmayı şu şekilde ifade eder: “Komünün dışında anarşist oldukları gibi içinde de anarşist olacaklardır; ve ancak böylece yenilginin dehşetinden, gericiliğin öfkesinden sakınacaklardır.” Ve ayrıca yenilgiyi Komün’de anarşizmin hâkim kılınamamış olmasına bağlar. Teorik olanın hayat dersi ile birlikte güncellenmesi sözkonusu değildir. Yenilginin nedenleri olarak Marx’ın temellendirmesi ile paralellik oluşturan değerlendirmeler ise konfederalist M. Bookchin’den gelir. (Bkz. Devrimci Halk Hareketleri Tarihi 2 / Fransız Devriminden 2. Enternasyonale, Dipnot Yayınları)