Devrimci Bir Savaş Örgütünün İnşası – Ulaş Bayraktaroğlu

930

Hep savaş hattında yaşanmış bir hayattı onunki. Bu yazı nasıl bir devrimci savaş örgütü sorusunu, neden devrimci bir savaş örgütü sorusuyla birleştirerek teorik, politik, örgütsel ve askeri bir yanıt oluşturma çabasını ürünüdür. Ancak yarımdır, bu yüzden daha önce hiç yayınlanamadı. “En önde korkusuz” gidenimiz yazısına son noktayı koyamadan, devrim sözünü gerçekleştiremeden aramızdan ayrıldı. Ancak onun “ektiği gelenek [ve gelecek] tohumu elden eledir şimdi /yeşeren filizler gülden güledir /dolaşır kent kent /okunur fabrika fabrika …”

Yazının başlığı ve ara başlıkları kolektif tarafından konulmuş ve kimi imla hataları düzeltilmiştir. Bunun dışında anlam bütünlüğünü bozacak herhangi bir değişiklik kesinlikle yapılmamıştır.

Komün Gücü

Doğa koşullarında kendini savunma kabiliyetine sahip olmayanın yaşamını sürdürme ihtimali yoktur. Kendini savunma kabiliyeti insanın doğal olarak sahip olduğu bir özelliktir. İnsanın doğasından kaynaklanan kendini savunma yeteneği savaş kabiliyetini mümkün kılan kaynak ve zemindir. Savaş toplumsal bir eylemdir. Her toplumsal eylem gibi siyasetin icra edilmesinin biçimidir. Savaşın amacını sosyo-ekonomik düzenlerin niteliğine göre belirleyebiliriz. Komünal toplumlarda yaşanmakta olan savaş olarak tanımlanamaz kuşkusuz, ancak orada da doğada yaşamını sürdürmek için bir öz savunma mücadelesi vardır. Sınıflı toplumların ortaya çıkışıyla savaşın amacı olarak doğada yaşamı sürdürmenin -öz savunmanın- yanısıra bir kesimin bir kesim üzerinde iktidar geliştirmesi biçiminde değişmiştir. İktidar kavramını, insanın insan üzerinde egemenlik kurmasına karşılık olarak kullanıyoruz. Sınıf egemenliğine dayanan siyasal düzenekler iktidar gücünü ortaya çıkartır. İktidar gücünün hakim olduğu toplum kaçınılmaz olarak kendi içinde sürekli savaş halindedir. Bu durum karşıt sınıfların savaşıdır.

Tarihsel olarak insan kendini var ederken ve yapılandırırken açlıkla, diğer avcı hayvanlarla, iklim koşullarıyla, hastalıklarla … doğadaki tüm zorluklarla mücadele etti. Komün örgütlenmesiyle doğanın zorlu koşullarına karşı savaşma kabiliyetini elde etti ve yaşam kavgasında muzaffer oldu. Hiç kuşkusuz komünal yaşam insanın varoluşunu mümkün kılan düzen ve niteliktir. İktidar gücü komünü bastırıp egemen olduğunda insan edinebileceği en güçlü, etkili düşmanı (kendisini kendine düşman edeni) yarattı. Sınıf mücadelesi sonucu itibariyle iktidar kurma amacıyla kitleler halinde birbirini yok etmek üzere harekete geçen insanların savaşıdır. Sınıflı toplumlar ve onların sebebi, sonucu olarak iktidar gücü hiçbir açıdan insanın doğadaki savaşımını kolaylaştırmamıştır. Hiçbir doğa olayı bahsettiğimiz iktidar savaşları kadar insana zarar vermemiştir. Tüm toplumsal örgütlenme ve üretim kabiliyetleri iktidar gücünü hizmetinde kullanıldığından dolayı iktidar savaşı insanlığı yok edebilecek bir siyasal olgudur.

İnsanlığın geleceğini kurtarabilecek tek yol gerçek barışı tesis etmektir. Emperyalist kapitalist düzen egemenliğini sürdürdüğü müddetçe barıştan söz etmek mümkün değildir. Sömürücü asalak sınıfın hakimiyeti altında barıştan söz etmek kadar büyük budalalık ve riyakarlık olamaz. İşçi sınıfı, halklar kadınlar … eşitliği ve özgürlüğü kazanmadan, herkes için adalet sağlanmadan, baskı ve sömürü düzeni ortadan kalkmadan barış boş bir hayalden başka bir şey değildir. Savaşı ortadan kaldırmak, gerçek barışı tesis etmek için devrimci savaş kaçınılmaz bir gerekliliktir.

Gerçek barış işçiler ve halklar arasında tesis edildiği andan itibaren sömürücü asalak azınlığın ne gücü ne de hükmü kalır. Teknik olarak burjuva orduları da işçilerden, halklardan oluşmaktadır. İşçiler kendilerini sömüren, baskı altında tutan patronlara hizmet ettiklerinin bilincinde olmadan burjuva ordularına katılmaktadır. Burjuvazinin halka dayattığı yaşam çaresizliğin cehennemidir. Kitlelere sunduğu vatan duvarları görünmeyen bir hapishane, vaat ettiği ise hiçbir zaman ulaşılmamış olan sahte bir cennettir. Hapishane insanın aidiyet duymadan, iradesi dışında, özgürlüğü kısıtlanmış bir şekilde yaşamaya tutsak olduğu yerdir. İnsanın yurdu ise özgür olarak, iradesiyle, aidiyet duyarak yaşamayı tercih ettiği yerdir. İnsan ihtiyaç duyduğu ve sahip olmadığı bir şeyi edinmek ister. Bunun için savaşım verir. Egemen sınıflar ideolojik, siyasal, ekonomik, askeri, kültürel tüm cephelerden insanların bu ihtiyacını çarpıtmayı ve kendisine yedeklemeyi hedefler. Sömürü düzeni, sömürülenler tarafından onaylanmadan ve yürütülmeden kendisini sürdüremez. Bu nedenle devrimci savaş pratik olduğu kadar ideolojik ve kültürel olarak da sömürü düzeninin bütününü hedef almak zorundadır. AKP-IŞİD faşizmine karşı Özgürlük Güçlerinin mücadelesi emperyalist kapitalist iktidar güçlerine karşı topyekun bir devrimci savaştır.

Devrim hedefinde netleşme, devrimci yaşamda karar kılmadır

Kapitalist düzen faşist devlet biçimi eliyle yönetiliyor, hegemonyasını tesis ediyorsa sınıf savaşımı gittikçe keskinleşir ve teşhir olur. Bu durumun geçerliliği devrimci proletarya ve halkların çıkarları açısından negatif ya da pozitif sonuçlar doğurmasına bağlı değildir. Keskinleşen sınıf savaşımına kitleler ya yığınlaşarak faşizm saflarında ya da devrimcileşerek sosyalizm saflarında katılırlar. Faşist diktatörlüğün iktidarlaştığı tarihsel örneklerde ortak özellik olarak kitlelerin faşist parti ve halk saflarında kamplaşarak politikleştikleri görülmüştür.

Faşist parti tam manasıyla bir savaş örgütüdür. Bu nedenle saldırgan bir biçimde örgütlenmesi zor olmamaktadır. Devrimci proletarya ve halklar doğası gereği insanlar arasında gerçek barışı amaçlayan örgütlenmedir. Dolayısıyla savaş pozisyonu almaması doğaldır. Bu noktada işçi sınıfı ve halkların kurtuluşunu gerçekleştirmek için zor olanı başarmak gerekir ve devrimci örgüt, kültür ve karakter bu noktada tereddütsüz devreye girer. Devrimci öncünün bu müdahalesi çözümsüzlüğe, çaresizliğe ve kısır döngüye karşı yıkıcı bir taarruzdur. Devrimci taarruzun başarılı olması devrimci savaş kabiliyetine sahip olmayı gerektirir.

Devrimci savaş kabiliyetini elde etmek için onun gelişmesinin önündeki engelleri belirlemek ve aşmak gerekir. Kapitalist toplum mekanizması insanları iktidar gücünün kontrolünde yaşamaya, hareket etmeye ve üretmeye zorlamaktadır. Bu hiyerarşik mekanizma, bağımlılığa dayalı dikey bir disiplin oluşturur. İnsanın özgür iradesi sürekli baskı altında ve kullanılmaz durumda olduğundan dolayı işlemez hale gelir. Bu durum özgür irade gerektiğinde (devrimcilik bir yönüyle insanın harekete geçmesi-inisiyatif almasıdır) burjuva toplumda dayatılmış ve edinilmiş bireyci statüko yok edilmezse başıbozukluk, dağınıklık, öz disiplin yoksunluğu yaratır. Ortaya çıkması muhtemel böyle bir ortada kalma durumu burjuva sistemden henüz kopulmadığı anlamına gelir. Bu hal devrimci bir şekilde aşılmazsa kaçınılmaz olarak en düşkün şekilde sisteme tekrar entegre olmakla sonuçlanır.

Sistemle devrimci saflar arasında kalma halinin yarattığı başıbozukluktan kurtulmak devrim hedefinde netleşerek mümkün olabilir. Devrim hedefinde netleşme devrimci yaşamda karar kılmadır. Devrimci kararlılık pratik yaşam ve fikirler arasında tam bir tutarlılık gerektirir. Aklını kullanabilen bir kişi kendisinin yaşamı üzerindeki belirleyicilik gücünün farkına varacaktır. Belirleyicilik gücünün farkında olan insan karar verebilecek ve kararlarının sorumluluğunu taşıyacaktır. Kararlarının sorumluluğunu taşımak özgüvenin gerçekleşmesidir. Devrimci işçi sınıfı ve halklarla kaderini birleştiren insan ancak tam olarak komüne güvenmiş olur. Güvenmek sadece bir duygu-yaklaşım değil, kolektif aksiyonu yaratan eylemdir. Bununla birlikte aklın kolektif üretimi gerçekleşmeden devrimci örgütleme ve hareket gerçekleşemez. İnsan kendini ve kendine düşman olanı (sınıf düşmanını) devrimci örgütlenme ve hareket içindeyken tanıyabilir. Kimse bilmediği, tanımadığı bir düşmanla savaşamaz.

Savaş durumunu ele aldığımız zaman birbirinin iradesini kırmaya çalışan iki karşıt taraftan bahsetmek gerekir. Savaş tek bir insanın yürüttüğü kavga değildir. Sınıf savaşında haksız, zalim, sömürücü ezenlerle; haklı, eşitlikçi, özgürlükçü ezilenler olmak üzere iki taraf vardır. Sınıf savaşında bu iki taraf insanların sınıfsal pozisyonuna göre ayrılmaz, oluşmaz. Tersine toplumsal mücadelelerin tarafları olan insanlar ideolojik yaklaşımlarına göre konumlanır. Bu nedenle devrimci savaş sadece birbirine karşıt orduların-güçlerin meydanlarda top, tüfek vb. ile muharebe yürüttükleri eylem değil başlı başına ideolojik siyasal bir mücadeledir.

Savaşmak için cesaret-cüret gerekir. Fakat tek başına cesaretli olmak devrimci savaş yeteneğini kazandırmaz. Hedefte ve hedefe varmayı sağlayacak yol konusunda net olmak gerekir. Bu netlik bir yönüyle düşman karakterinin örgütlenmesini, tarzını çözümleyerek elde edilebilir.

Faşizm, karanlığın ordusunu inşa ederek insanlığa karşı savaştırır

Burjuva düşmanın birçok saldırı taktiği ve yöntemi vardır. Bu saldırı yöntemlerinden en önemlisi halk saflarını zayıflatmak için uyguladığı özel bölme yöntemleridir. AKP-IŞİD faşizmi karşısındaki kuvvetlerin bazılarını imtiyazlar-ayrıcalıklar tanıyarak kendi gücü haline getirme yöntemini sıklıkla kullanmaktadır. Bu yöntemin yanı sıra antifaşist safların arasına husumet sokma faaliyetlerini de yürütmektedir. Faşizm kitlelerin manipülasyonun kullanmakla birlikte asıl gücünü baskı ve zor aygıtlarını burjuva demokrasilerine göre çok daha yoğun kullanmaktan alır. Öte yandan açık otoriter eylemleri, monolotik yönetim tarzı faşist partinin ve örgütlenmesinin kitleler nezdinde daha kolay teşhir edilmesi imkanını vermektedir. Faşist parti misyonu gereği kendi dayattığı kurallara uymayanlara saldırmak zorundadır.

Bu doğrultuda AKP-IŞİD faşizmi de tekelci burjuvazinin çıkarları doğrultusunda kitleleri örgütleyerek yığınlara dönüştürmek ve yığınları devrimci proletaryaya ve halklara saldırtmak amacıyla farklı kültürlere, yaşam tarzlarına, inançlara vb. karşı düşmanlaştırıcı bir siyaset izlemektedir. Bahsettiğimiz farklılık ve çeşitliğin bastırılması ve yok edilmesiyle iktidar gücü varlığını sürdürebilir. Faşist devlet biçimi burjuva devletin birçok sahtekarlıkla kamufle etmeye çalıştığı tüm toplumun üzerinde olma yalanını büyük oranda deşifre eder. Faşist devlet biçimi ortaya çıktığında devlet mekanizması hoyratça ve açıkça yeryüzüne ve halkın arasına inmek zorunda kalır. Bu noktada faşist parti vasıtasıyla yürütülen karşı eylem niteliğindeki sınıf savaşımından bahsediyoruz. Faşist partinin varlık nedeni olarak temel işlevi tekelci burjuvazinin çıkarları için savaşacak karanlığın ordusunu yanıltmak ve yönetmektir. Faşist partiye çeşitli çıkarlarla bağımlı olan herkes karanlığın ordusunun bir parçasıdır. Erich Fromm’un bu konuya yaklaşımı şöyledir:

Nazizmin herhangi bir gerçek siyasal ya da ekonomik ilkesi yoktu ki? Radikal çıkarcılığın Nazizmin tek ilkesi olduğunu anlamak ve kabullenmek çok büyük önem taşımaktadır. Burada önemli olan, gelişmenin normal gidişi içinde para ya da güç kazanma fırsatı bulamayan yüz binlerce küçük-burjuvanın, şimdi Nazi bürokrasisinin üyeleri olarak, daha yüksek sınıfları kendileriyle paylaşmaya zorladıkları servet ve saygınlıktan büyük bir pay almış olmalarıydı. Nazi makinasının üyesi olmayanlara, Yahudilerin ve siyasal düşmanların elinden alman işler verilmişti; geri kalanlara gelince, onlara daha fazla ekmek verilmiyordu gerçi ama,”meydanları” vardı. Bu sadistçe görünümlerin ve insanlara, üstün ırk oldukları duygusunu veren bir ideolojinin sunduğu coşkusal doyum —hiç değilse bir süre için— yaşamları ekonomik ve kültürel açıdan yoksullaşmış insanları avutabildi.” (Özgürlükten Kaçış, s.177, Erich Fromm)

Kapitalizmin siyasal ve ekonomik temel ilkeleri faşist ideolojinin omurgasıdır. Fromm’un belirlediği gibi bu temel ilkeleri “radikal çıkarcılık” başlığı altında toplayabiliriz. “Radikal çıkarcılık” olarak adlandırabileceğimiz iktidar gücünün ideolojisini oluşturan anti felsefedir. Anti felsefe pratikte faşist parti örgütlenmesinin (merkezi yönetim hariç) ve yığınların düşünmeden yaşama haline tekabül eder. Bu pratik tam manasıyla kaçınılmaz bir savaş durumudur. İnsanın iradi var oluşundan, kendini sağlayan özgücünden bahsedeceksek eğer, toplumsal olarak iktidar ya da özgürlük amaçlarını ele almamız gerekir. Özgürlük herkes için, iktidar birileri içindir. İktidar gücü kendini topluma dayattığından dolayı tarihsel olarak özgürlük mücadelesi ortaya çıkmıştır. Birey ve toplum olarak insanın tercih yapma gücü vardır ve güçle kendi geleceğini belirleyecek saflardan birinde yer almıştır ya da yer alacaktır. Bu nedenle saflaşma ve sınıflar savaşımı ortadan kalktığında savaş da eski eserler müzesinin utanç bölümünde yerini alacaktır.

İki sınıf, iki savaş örgütlenmesi

Faşist diktatörlük belli bir açıdan ele alındığında burjuvazinin işçi sınıfına ve halka karşı savaş örgütlenmesidir. Proletarya diktatörlüğü de emperyalizme karşı mücadele açısından işçi sınıfının ve halkların devrimci savaş örgütlenmesidir. Bu belirlemeler tarihin gerçekleşmesinde sınıf mücadelelerinin belirleyiciliğini kalın hatlarıyla işaret etmektedir. Sınıf mücadelelerinin belirleyiciliğini bir an bile gözden kaçırıldığımızda egemen olanın tarafına savrulabiliriz. Bu bağlamda, Sovyet deneyiminin salt bürokratizm ve yer yer sınıflarüstü bir yetkecilik kavrayışıyla yapılan diktatörlük tanımı üzerinden okunması, Hitler ve Stalin’i eşitleyen değerlendirmelerin yapılmasına yol açmaktadır. Sovyet deneyimi ve 20. yüzyıl sosyalizm deneyimlerinin yenilgiyle sonuçlanması doğru temelde analiz edilmeli ve sonuçlar çıkarılmalıdır.

Sovyetlerde bir karşıdevrimci iç hastalık olarak bürokrasi vardı ve birçok dış faktörün yanında Sovyetlerin yıkılışında etkin rol oynamıştır. Diğer taraftan Sovyetlerde bürokrasiye ve iktidarcılığa karşı devrimci proletarya ve halkların mücadelesi de söz konusuydu. Bu mücadele devrimci proletaryanın gerici burjuvaziyle savaştığı alanlardan sadece bir tanesidir. Sovyetlerde süre giden iç devrimci mücadele dünya genelinde emperyalizm ve sosyalizm arasındaki savaşın bir mevzisi olarak Sovyetler ele alınırsa doğru analiz edilebilir. Sadece sonuçlara bakarak olan biteni yorumlamaya çalışanın elinde faşizmi alt eden ve “sosyalizmi güçlendiren” Stalin’le sembolize edilen Sovyet yönetimi kalır. Bu şekilde elde kalan bir doğru parçası da bütünlüğünden çok uzaklaşmış olur. Halbuki devrimci proletaryanın geçmiş, an ve gelecek diyalektiğini esas alarak her zaman sağlıklı bir öz eleştiri yöntemini esas alması gerekir. Kendini özgür, saf ve şeffaf bir şekilde değerlendirebilmek kendinin doğru ve eksikliklerine bütünlüklü sahip çıkmakla mümkündür. Kendinden kaçış insanın özgürlüğünü yitirmesini, iktidar gücünün tutsağı haline dönüşmesine yol açar.

Esas konumuzdan bir miktar saparak yöntem üzerine tartışma yürütmek zorunda kaldık, çünkü; devrimci bir mevzi olarak Sovyetler Birliği deneyimi olumlu ve olumsuz yönleriyle günümüzde devrimci savaşın zafere ulaşması için önemli bir tecrübe kaynağıdır. Kalın hatlarıyla Sovyet deneyiminden konumuzla alakalı çıkardığımız sonuçlar şunlardır:

a. Faşizmi ve emperyalizmi ezmek için devrimci proletarya ve halkların güçlü bir orduya sahip olması gerekir. Ordu hem teknik hem de siyasal yönü olan bir araçtır. Devrimci ordunun siyasal yönü devrime, sosyalizme hizmet etmesiyle nitelendirilebilir. Devrimci ordu komün gücünü ortaya çıkarılması ve Özgürlük gücünün harekete geçmesiyle mümkün olabilir.

b. Bürokrasi ve hiyerarşi iktidar gücünün silahlarıdır ve sınıflı toplumların ürünleridir. Bu silahlar teknik gereksinimlerden çok siyasal silahlardır. İşçi sınıfının ve halkların ordusu bürokrasi ve hiyerarşiyle kesintisiz bir biçimde mücadele ederek devrimci niteliğini kazanır.

c. Özgürlük için savaşmak ve yaşamak doğrultusundaki gereken toplumsal örgütlenmeyi teşkil etmek bürokratik-hiyerarşik bir düzeneği gerektirmez. Tersine devrimci savaş örgütü ancak komün düzeni inşa edilerek oluşturulabilir.

Komün gücü ideolojik ve kültürel olarak insan iradesinin kolektif aksiyon içinde ortaya çıkmasını sağlar. Ortaya çıkan irade özgürlük amacıyla durdurulamaz bir şekilde harekete geçer. Devrimci ordu bu iradi hareketin özgürlük gücüne dönüşmüş halidir. İşlevleri dağınıklıkları toparlayarak örgütlenmeye dönüştürmek ve örgütlenmeye devrim hedefi doğrultusunda komuta etmektir. Komuta gücü en verimli şekilde harekete geçirme, çok yönlü-isabetli analiz, yüksek planlama kabiliyetlerine sahip olmalıdır. Bu kabiliyetler savaş sırasında oluşabilecek negatif ve riskli durumları azaltabilir. Savaşta risk faktörü bir oranda her zaman vardır. Kaybetme riskini göze alamayan muhabere kazanamaz. Savaşma iradesi olanın savaşmak için güce ihtiyacı vardır. Kendini devrim hedefi doğrultusunda güçlendirmekten korkanın devrimci iradesi olmadığı açıktır. Devrimci iradesi olmayan bu tarz hazırcı, statükocu ve bahanecidir.

Bir savaşa üç tür insan girişir: 1. Ne yaptığını bilen, 2. Başka çaresi kalmayan, 3. Ne yaptığını bilmeyen. Devrimci savaş esas olarak ne yaptığını bilenlerle başka çaresi kalmayanların giriştiği savaştır. Devrimci işçi sınıfı ve halkların başka çaresi kalmamıştır ve hangi amaçla savaştığının bilincindedir. Karşı devrimci savaş ne yaptığını bilen sömürücü bir avuç azınlık ve yalaklarıyla ne yaptığını bilmeyen yığınların durum ve zamana göre değişen şiddet ve araçlarla sürekli yürüttükleri savaştır. Etkin bir karşı taraf olsun olmasın, ideolojik-politik ve pratik olarak sınıf savaşımı sınıflar var oldukça süreklilik arz eder. Sınıf savaşımında güçlüyü-zayıfı, kazananı-kaybedeni esas olarak tarafların örgütlülük düzeyi tayin eder. Sınıf savaşımında savaşalım mı, savaşmayalım mı tarzında tereddüt kadar büyük budalalık yoktur. Zaten savaşın bir parçası-tarafı olan böyle bir tereddüdü yaşamasının hiçbir anlamı yoktur. Ezilen, zayıf, kaybeden ve sömüren olmaktan kurtulmanın tek yolu devrimci savaşıma girişmektir. Zaten kaybeden konumunda olanın bir daha kaybetme olasılığı yoktur.

Devrimci savaşa girişme halinin kendisi sınıf savaşımında üstünlüğü ele geçirmeye tekabül eder. Faşist parti kendi kendini şişirmiş ve gücünü abartan bir balon gibidir. Karşısına dikilmeyenlerin ataletinden, miskinliğinden ve dağınıklığından faydalanarak egemenliğini sürdürmektedir. Elbette faşist parti için kendisiyle savaşmayanlara karşı savaşmak kolaydır. İşçi sınıfı ve halklar faşizme karşı devrimci savaşıma giriştikleri andan itibaren ellerinde zaten mevcut olan tüm avantajlar özgürlük gücünün hizmetine girer. Bu avantajlar şunlardır:

1. Mücadelenin seyrettiği sahaya hakimiyet; stratejik noktalar, düşman hareketini sağlayan yollar halkın denetimindedir.

2. Sayı üstünlüğü işçi sınıfındadır.

3. Pratik yönetim kabiliyeti ve teknik ustalık niteliği işçi sınıfındadır.

4. Teknik olanaklar pratik olarak işçi sınıfının elindedir.

5. İletişim, muharebe, koordinasyon araçları işçi sınıfının elindedir.

İşçi sınıfının ve halkların ürünü olan tüm bu avantajları faşist düşman kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaktadır. Olanakların farkında olmayan onlardan faydalanamaz. Ancak yeterli güçte devrimci örgütlenme teşkil edilirse olanaklardan faydalanmak mümkündür. Hayata geçen, pratikleşen devrimci fikirler bahsettiğimiz yeterli gücün ta kendisidir.

Sosyalist ideolojinin gücü

Fikir üretilen kavramları karşılama, düşünme eyleminin ürünü gibi tanımlamalarla felsefenin konusudur. Felsefenin alt başlığı olarak metafizik yaklaşıma göre fikir maddi dünyanın dışındaki bir evrene ait olarak, transandental (aşkın), tanrısal gibi anlamlara karşılık olarak kullanılmıştır. Bu ve benzeri tanımların tümü gibi fikir kavramını kullanım değeri açısından ele almamız gerekir. Fikir kavramının metafizik yorumlarının da kullanım değeri ürettiği biliniyor. Doğa üstü ya da maddi dünyaya ait olarak tanımlanan fikir kavramı üstünlüğün, egemenliğin, iktidarın delili olarak ileri sürülüyorsa kullanım değerine göre ele alındığı ortadadır. Bu yaklaşımın tersine fikir özgürlük yolunda üretilmekte ve etkinleşmekteyse de kullanım değeri söz konusudur. Kullanım değeri açısından sistematik bütünlük ve hedefe sahip toplumsal fikirler (ideoloji), özgürlük ya da iktidar doğrultusunda gerçeğe tekabül eder. Gerçeğin herhangi bir varlık biçimi olarak ideoloji toplumsal hareketin ifadesidir (Tersinden toplumsal hareket de fikirlerin ifadesidir). Her ideoloji sınıfsaldır ve toplumsal hareketi burjuvazi ya da proletarya lehine yaratır. Lenin’in bu konuya yaklaşımı şöyledir:

Hareketlerin süreci içerisinde, çalışan kitlelerin kendi başlarına formüle edecekleri bağımsız bir ideolojiden söz edilemeyeceğine göre, tek seçenek şu oluyor -ya burjuva ideolojisi, ya da sosyalist ideoloji; ikisi arasında bir orta yol yoktur. (Çünkü insanlık “üçüncü” bir ideoloji yaratmamıştır. Ve ayrıca da sınıf karşıtlıklarıyla parçalanmış bir toplumda sınıf dışı ya da sınıf-üstü bir ideoloji söz konusu olamaz) Öyleyse, herhangi bir biçimde sosyalist ideolojiyi küçümsemek, ona birazcık olsun yan çizmek, burjuva ideolojisini güçlendirmek anlamına gelir.” (V. I. Lenin, Ne Yapmalı, s.48, Sol Yayınları)

Nisan-Mayıs 2017

CEVAP VER

Please enter your comment!
Adınızı buraya yazınız